Kaldırımı grinin bir ton daha ötesine boyayan yağmur son şiddetiyle devam ediyordu, göğün çığlığı sanki ruhumun bedenimden çıkmak için çırpınışlarıyldı. Adımlarım yorgun ve yavaştı, sahi ne kadar süredir yürüyordum? Saçlarımı yıkayan yağmura yetişmeye çalışıyordu rüzgar, kurutmak için. Sanki içimdeki yangını söndürmek içindi bütün bu yağmur, ama alevler öyle büyümüştü ki geçen yıllarda artık imkanı yok gibiydi.
Denizin dalgalarının çarptığı kısma geldiğimde durdum ve dizlerimin üzerine bıraktım bedenimi. Yağmur yetmemişti çünkü yangını söndürmeye, denizler de yetmeyecekti sanki okyanus gerekti. Dalgalar bedenime çarptıkça kendime gelmek için çırpınıyordum; zaman yoktu, mekan yoktu, gerçeklikten tamamen kopuktum. Bir geçmişteydim, bir gelecekte ama asla şu ana gelemiyordum. Dalgaların içinde küçük bir kız çocuğu boğuluyor, acı acı can veriyordu. Kurtarmak istiyordum ama yüzme bilmiyordum. Avazım çıktığınca yardım çığlıkları atsam da sesim çıkmıyor, kimse beni duymuyordu.
Başımı çevirdim gökyüzüne, insanlarınbeni duymazlıktan gelmesi gibi görmezlikten geldim can çekişen o küçük çocuğu. Bakarkör olamıyorsam, bakmaz ve görmezdim. Gökyüzünde belirmeye başlayan dolunay ile gülümseme ilişti dudaklarıma.
"Can, burada mısın? Sana ihtiyacım var Can'ım, lütfen burada ol."
Fısıldadığım gökyüzünün cevabı sadece daha da hızlanan yağmur ve ara sıra aydınlanması olmuştu. Omuzuma dokunan bir el ile sağıma döndüm, Can buradaydı. Gelmişti, uzun zaman sonra benim için.
"Sen, rüya mısın?"
Can gülümsedi dişlerini göstererek, küçük bir çocukmuşum edasıyla saçlarımı karıştırdı ve beni kendine çekti. Yaslandığım omzunun hissiyatı hiç gitmemişti, o gitmeden önce ağladığım omuzdu bu.
"Rüyayım, uyanmak istiyor musun küçük?"
Başımı korkuyla hayır anlamında salladım iki yana ve güçsüz kollarımı beline sardım. Can benim kırallığımdı, bense o kırallıktaki prensestim. Özgürdüm, güzeldim ve ne istersem oydum. Masallarda can veriyor sonrasında başka bir masalda tekrar doğuyordum sonsuzluğa.
"Ben deliriyor muyum Can?"
Yüzüne eğilen ıslak ve uzun saçlarını geriye savurdu ve siyah gözlerini gözlerime sabitledi. Düşünüyor gibi yaptı ve sonrasında "Sanırım sen kafayı yemişsin, ama benden bir sır sana... Akıllı kafayla zaten yaşayamazsın, delirmek bizim özgürlüğümüz." dedi. Elimi çene kemiğine koydum ve kemiklerinin oyuntularında parmaklarımı gezdirdim.
"Seni çok özledim, neden hiç gelmedin?"
Dudaklarının kenarlarında kıvrımlar oluşurken dalgalara çevirdi başını, yine de bir an bile gözlerimi ayırmadım ondan. Sanki bir an ayırsam, yok olacaktı.
"Ben hep yanındaydım küçük, sadece sen göremedin. Her gece yanında yatmadım belki ama daima yatağının köşesinde seni izledim. Hep seni korudum, bir an bile ayrılmadım ben yanından."
Gülümsedim ve boynundaki örümcek dövmesinde parmaklarımı gezdirdim. Bacakları kırık bir örümcek, tekbir ısırıkla bütün zehrini akıtabilecek bir örümcek.
"Gidecek misin? Gitmesen?"
Başını evet anlamında salladığında hızla kollarımı boynuna doladım ve boyun girintisine sakladım başımı. Ağlamaya başladım bütün yorgunluğumla, kendimi tamamen Can'ıma bırakmış ve gözyaşlarımı yağmura karıştırmıştım.
Can beni kendinden ayırmadan uzandı kumlara ve sarmaladı beni. Gözyaşlarım tükendikçe dalgalar daha sert ve yüksek vuruyordu sanki kıyaya. Her çarpan dalgayla biraz daha gömüldük ana, boğuldukça can verdik geleceğe. Zamanın acımasızlığı ve suların soğukluğu sardı üzerimizi ve gökten bir çığlık daha koptu. Çığlıkların arasında duyduğum son şey, "Gerçekliğin zamanı küçüğüm, hoşçakal." oldu. Ve zihnimin ışıkları sönerken, bedenimi bir elektirik ele geçirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Virane Melek
Mystery / ThrillerŞeytan, göğün çıkardığı uğursuz sesler eşliğinde ilerliyordu karanlık sokakta. Gök yarıldı, karanlık kanatlar yere indi bir şimşek eşliğinde. Şeytanın inine düşmüştü cehennemden, melek. Şeytan; nefret dolu, Melek; harap olmuş, Şeytan; nefretle güç...