Hoşçakal

19 2 0
                                    

Şaşkınlıkla ona döndüm, kendine has vanilya kokusu bu alkol ve sigara kokusunu aşarak burnuma ulaşmıştı. Belki de ulaştığı yer kalbimdi çünkü burnumun ucu sızlamıştı. Bir kaç saniye duraksadıktan sonra, "Özür dilerim," diye fısıldadım. Söyleyeceklerimden sonra tepkisini görmek istemediğim için başımı eğdim ve görüş alanımdan çıkardım.

"Seni dinlemeliydim ama çok öfkeliydim. Aslında öfkeliden çok, kırgındım. Özür dilerim, beni affedebilecek misin?"

Başımı kaldırmadan gözlerimi kapadım, şuan bana dönebilecek nefret dolu gözleri görmek istemiyordum. Aramızda bir şeyler olmuştu ve ben bunu adlandıramazdım ama tek söyleyebileceğim, ona çok bağlandığımdı.

"Affedemem," diye fısıldadı, ne ara tuttuğumu bilmediğim nefesimi sıkıntıyla verdim. Kalbim tekledi ve duyacaklarımı beklerken göğsüm ağrımaya başladı.

"Affedemem çünkü affedilecek bir şey yok, Meyra. Bir şey yapmadığın halde neden özür diliyorsun ki? Özür dilemesi gereken, seni kandıran benim! Neden kendini bu derece eziyorsun Melek, neden kendini yakıp tutuşturacağını bile bile yangına dalıyorsun?"

Pekala, duymayı beklediğim kesinlikle bunlar değildi. Söyledikleri iyi miydi kötü müydü onu bile anlamamıştım ama yavaşça gözlerimi açtımve bana nefretle bakan gözlere baktım.

"Benden neden nefret ediyorsun ki? Ben sana ne yaptım Kabil?"

Kabil gözlerini yavaşça kapattı ve sakinleşmek için kendine zaman tanıdı. Bir kaç saniye olan ama adırlar gibi geçen zaman, mekanı da kendisiyle götürmüştü sanki gözlerini açtığında. Gözleriyle duruldu bütün sular, gözleriyle kısıldı bütün ses ve gözleriyle son buldu bütün umut kırıntıları.

"Sorun da bu, sen bana bir şey yapmadın ama ben sana onca şey yapsam dahi bana kızmıyorsun. Seni kırsam da, seni sarmamı bekliyorsun. Anlamıyorsun Meyra, anlamıyorsun. O gözlerimdeki tüm bu nefret bu yüzden işte, sana karşı değil kendime karşı duyduğum nefret. Sen bir melek kadar safsın ama ben bir şeytan kadar kötüyüm. Sana asla iyi gelmeyeceğim ve bu beni delirtiyor. Asla senin kadar iyi olamayacağım ve sana mutsuzluktan başka bir şey veremeyeceğim. Yapma, bu kadar iyi olma çünkü ben seni hak etmiyorum."

Kelimeler bir bir boğazımda düğümlendi, ben cehenneme atılan ama oradan tam da şeytanın inine düşen bir melektim. Asla cennete layık olamamış ama cehennemde de barınamamış, kanatları kırılan bir melek. Sığınabileceği son yere, şeytana sığınan bir melek. Ama Tanrı asla bize izin vermeyecekti, bu yasaktı.

"Kabil, sadece gitmesen olmaz mı? Ben artık çok yoruldum, gerçekten. Ben zaten yaşamıyordum ki seninle tanışana kadar, zaten paramparçaydım. Tekrar kandırsan beni, toz pembe sansam her şeyi? Yalandan da olsa, biraz yaşasam?"

Kabil yavaşça oturduğu yerden kalktı ve beni de kaldırdı. Elimden tuttu ve beni insanlara geri döndürdü. "Bak," diye fısıldadı yavaşça kulağıma, "Bak ve ne gördüğünü söyle."

İnsanlara baktım. Kimisi içiyor, kimisi sevişiyor, kimisi ise ağlıyordu. Hepsi bir şeyler yaparak unutmaya çalışıyorlardı, bir kaç saatliğine veya bir geceliğine.

"Herkes, kendini kandırıyor. Herkes kafayı bularak unutabileceğini sanıyor ama tek yaptıkları bir günlüğüne toz pembe yaşamak. Hepsi yeniden karanlığa gömülecek bir süre sonra, sadece kendilerini kandırıyorlar. Ben seni kandırarak yaşatamam Meleğim, ben sadece sana yaşadığını hissettirebilirim. Ama bir gün o rüyadan uyanacağın gerçeklik kabusun olacak ve sen öleceksin."

Nefesim tam anlamıyla kesilmişti cümleleriyle, her bir kelimesi biraz daha ezmişti kalbimi. Kabil git gide o karanlığa karıştı ve uzaklaştı. Hayır, bu sefer izin veremezdim. Koştum, sadece peşinden koştum. Kalabalığı yardım ve sokağa çıktım. Karanlık sokağın sonunda gördüğüm silüete daha da koştum, öleceğimi bile bile ölüme koştum belki de. Ve sarıldım şeytana, kalbinin atışını duyacak kadar sıkı sardım onu.

Virane MelekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin