Umutsuz Umutlar

61 5 1
                                    

Gözlerimi açtığımda kollarımdaki Uzay'ı görmemle yüzüme bir tebessüm yayılmıştı, o kadar huzurlu uyuyordu ki. Küçücük elleri belime dolanmış ve başını karın girintime saklamıştı. Onun bu hali bana da huzur veriyordu, bana sarılışı kadar masum bir dünya için neler vermezdim diye düşündüm.
Onu olabildiğince rahatsız etmeden yastığımın altından telefonumu çıkardım ve bildirimlere baktım. Pek bir şey yoktu, hattâ bir mesaj dışında hiçbir şey yoktu. Mesaj bilinmeyen bir numaradandı, "Uzay nasıl?" yazısından bu mesajı atan kişinin Kabil olduğunu anlamıştım. Cevap olarak yüzümü almadan belime sarılmış uyuyan Uzay'ın resmini çektim ve gönderdim.
"Sence nasıl?" yazdığım an göndermeme kalmadan, cevap gelmişti. "Zeki çocuk :')" yazısına kıkırdamadan edememiştim, Kabil çok pislik biriydi. Cevap vermek yerine tuş kilidini kapattım ama saniyesinde yeni bir mesaj gelmişti. Mesajı açtığımda, "Kapı açık mı?" yazıyordu. Bu ne anlama geliyordu?

"Sonsuza kadar kapında dikilemem, değil mi?"

Gelen mesajla şaşırsam bile, genellikle unuttuğum ev anahtarının dışarıdaki yerini tarif ettim. Kapının kilidinin açılma ssesinin hemen ardından, sessiz adımlar da benim odamı bulmuştu. Odaya girdiğinde gözleri ilk olarak Uzay'a sonrasında ise bana kaymıştı, Uzay'ı görür görmez gözleri parlamışken bende bu parıltı sönmüştü. Ne yani, benden nefret mi ediyordu? Ona ne yapmış olabilirdim ki? Yatağın ayak ucu kısmına oturduğunda, yatağa çöken ağırlıktan olacak ki Uzay huysuzca kıpırdandı. Bir süre sadece oturduk, öylece konuşmadan. O süre boyunca gözlerimiz bir Uzay, bir de birbirimiz arasında gezinmişti.

Ne kadar boş boş gezinmiş gözler gibi görünse de dışarıdan, çok anlam taşıyordu bu gözler ve sessizlik. O an sessizdik, Uzay içindi belki ama o an çok şey konuşmuştuk. Birbirimizle değil, anılarımızla. Kendi içimizdeki davalarla konuşmuştuk; kendi kendimizin avukatı olmuş, kendi kendimize karar vermiştik, kendi kanunlarımızla ceza kesmiştik. Uzay ise ikimizinde mahkeme salonuydu, kesişmeyen aynı iki mahkeme salonu. Paralel evrenlerdeydik sanki, aynıydı her şey ama kesişmiyordu.

Gözlerim Kabil'e kaydığında onun da Uzay'a baktığını hissetmiştim ve gözlerimi ona çevirmiştim yine. Onun da mı çocukluğu Uzay gibiydi? Uzay'ın yanında güldüğünü görmüştüm, içten. Pekâlâ onu tanımıyor olabilirdim ama daha önce hiç güldüğünü görmemiştim, en azından içten. Uzay için benim evime gelmişti, muhtemelen kolundan sileceği numaraya da Uzay için mesaj atmıştı ve tüm günü benimle Uzay için geçirmişti. Uzay'a ikimiz de bir günde değer vermiştik, Uzay ikimizin Uzay'ı olmuştu. İkimizinde paylaşamayacağı biriydi, sanki birbiriyle alakasız iki insanın çocuğuydu Uzay. Uzay, ikimizin Uzayıydı.

Gözlerimizin arasındaki sihirli bağı, Uzay'ın kıkırdaması bölmüştü. Ne ara uyanmıştı ki o? İkimizin de yüzüne sıcak bir gülümseme yerleşirken, Uzay'ın yüzüne tersten eğildim ve onu gıdıklamaya başladım. "Küçük bey ne zaman uyanmışta, bizimle dalga geçer olmuş ha?" derken hem gülüyor hem de gıdıklamaya devam ediyordum. Tabii Uzay'ın kahkahalarının arasında söylediği cümle ile gülüşüm öksürüklere dönüşmüş ve tüm sıcaklığı yüzümde hissetmiştim.

"Ama siz öyle bakışıyordunuz ki bozmaya kıyamadım, aşıksınız siz di mi?"

Öksürmem geçtiğinde Uzay'a küçük çaplı ve alaylı bir azar çekmiştim, o ise kahkahalarına devam ediyordu. Onu tekrar gıdıklamaya başladığımda, Kabil de gıdıklamaya başladı ve ister istemez şu filmlerdeki el çarpışma sahnesini yaşadım. Utancım bir kat daha artsa da, bozuntu yapmadım. Hem gıdıklamaya hem de gülmeye devam ederken, "Aşk da neymiş hem, sen bu yaşta bunu nereden biliyorsun?" diye sordum. Uzay sorumla gülmeyi bıraktı ve ellerimizi önemli kişiler gibi nazik, yavaş ve aşırı havalı bir şekilde elinin tersiyle üzerinden itti. Aniden büründüğü ciddiyete şalırdığımız yetmiyor gibi, çenesinin altına elini koyup işaret parmağı ile yüzüne vurmaya ve dudağını büzmeye başladığında daha da şaşırmıştık.

Virane MelekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin