1 | GÜMÜŞ İMZA

269 27 9
                                    


Canavar geldiğinde, küçük kız annesi ve babasıyla birlikte akşam yemeğine oturmak üzereydi. Babasını ziyarete gelen iş arkadaşlarının sonuncusu da yeni gitmiş, annesinin pişirdiği tavuk yahnisinin kokusu bütün evi sarmıştı. Karnı çok açtı. Babası ve asık suratlı arkadaşları mutfakta olağan toplantılarını yaparken, içeri girip şekerleme almaya cesaret edememişti. Şimdi ise şekerleme yemek için çok geçti, annesi yemekten önce iştahının kesilmesine asla izin vermezdi.

Kapıdan gelen gümbürtüyü duydular önce, sonra paslı tokmak takırdadı.

Dışarıda kar ya da yağmur yağmıyordu. Rüzgar bile yoktu. Hava kış günü için fazla durgun, neredeyse boğucuydu.

Babasının arkadaşlarından birinin döndüğünü düşündü küçük kız. Fakat babası tedirgin olmuştu.

"Alina'yı götür," dedi karısına.

Küçük kızın annesi çoktan harekete geçmişti. Kızının elinden tutup onu arkadaki odaya doğru elinden çekiştirdi. Ancak onlar odaya varamadan dış kapı kırılıp gürültüyle içeri doğru savrulmuştu. Annesi hızlı bir refleksle küçük kızın omzuna bastırıp yemek masasının altına itti.

Alina korkudan taş kesilmiş bir halde olduğu yere sindi. İçeri giren kişinin ayaklarında, kenarları metal perçinli siyah botlar vardı. Yere sağlam ve ağır basmasına rağmen hızlı hareket ediyordu. Alina ne düşüneceğini bilemedi, nefes bile alamadı. Her şey o ilk birkaç saniye içinde olup bitmişti.

Önce babası yere küt diye düştü, sonra annesi. İkisinin de boğazından kan fışkırıyordu.

Babasıyla ormana gittiklerinde nehirde balık avlayan bir boz ayı görmüşlerdi. Öylesine iri bir canavarın cüssesinden beklenmeyecek bir atiklikle balıkları yakalayabilmesine şaşırmıştı Alina. Dişleri birer kapan gibi suyun yüzeyine sıçrayan balıkların etine gömülüyordu. Balıklar akıntıya karşı sıçrarken, bunun son sıçrayışları olacağını biliyorlar mıydı? Muhtemelen bilmiyorlardı. Çünkü bütün mesele, avını şaşırtmaktaydı.

Bu canavar da babasını şaşırtmış olmalıydı. Babası güçlü bir adamdı ancak ortada bir tehdit olduğunu düşünmezseniz tamamen savunmasız kalırsınız.

Canavar anne ve babasını işte böyle avlamıştı. Şaşırtarak.

Küçük kız korkuyla titremeye başladı. Göğsünün içinde minik kalbi burkulmuştu. Ama ağlamaya bile vakti yoktu. Canavar kendisine doğru geliyordu.

Gizlenme yerinin pek de güvenlikli olmadığının farkındaydı. Yakalanacaktı. Paniğe teslim olacağı yerde bu düşünce ona cesaret verdi. Aklına nehirdeki balıklar gelmişti. Tehlikeli olduğunu bilseler de suyun yüzeyine sıçramaktan asla vazgeçmiyorlardı.

Kendisi de içindeki bu dürtüye teslim oldu. Olduğu yere sinmesi gerekirken korkusuna rağmen başını yemek masasının altından çıkardı. Ölmeden önce onun gözlerine bakmak istiyordu. Uzandı, uzandı... Canavar simsiyah giyinmişti. Yüzüne ulaşana kadar devasa bedeninde santim santim ilerledi; her ilerleyişinde de masanın altından biraz daha çıktı. Adamın tırnakları hafif sivri, dipleri kara, uçları sedefli beyazdı.

Sonunda küçük kız başını masanın altından tamamen çıkarttı.

Canavarın yüzünde siyah bir maske vardı. Gözlerinin yerindeki iki küçük delikten iki dipsiz kuyu seçiliyordu. Başka da bir şey göremedi. Yüzü olmayan bir canavar. Tıpkı bir kabusun içine düşmüş gibiydi.

Bu detayı yakaladıktan sonra adamın da kendisinden tarafa baktığını fark etti. Fakat gözlerine bakmıyordu. Odaklamadığı gözbebekleriyle etrafı tarıyordu. Alina masanın altına geri çekildi. O anda da canavar aniden eğilip masanın altına baktı. Korkunç maskeyle burun buruna geldiler. Alina yakalandığından emindi. Ama adamın gözlerinde hala boş bir ifade vardı. Sanki küçük kıza bakıyor ama görmüyordu.

Ve gözleri simsiyahtı.

Canavar onu görmedi, göremedi, ya da görmezden geldi. Alina neler olduğunu bilmiyordu. Odalarda birkaç dakika daha dolanıp arandıktan sonra evin her yerinde tüyleri diken diken eden, dişleri kamaştıran bir gacırtı yankılandı. Ses uzayarak derinleşiyordu. Küçük kız bir kez daha başını çıkarıp bakmaya cesaret edemedi.

Bir süre sonra ses kesildi ve adam evden çıkıp gitti.

Alina kalbi yüzlerce parçaya bölünmüş halde çıktı masanın altından. Annesi ve babası yerde, kıpkırmızı bir kan gölünün ortasında hareketsiz, boylu boyunca yatıyordu.

O gacırtının nereden geldiğini anlaması uzun sürmedi. Duvara kazınmış tanıdık figür, odadaki lambanın ışığı altında gümüş gibi parlıyordu. Alt alta yatay üç çizgi ve onları bölen hafif eğik dik çizgi.

Bu imza onun imzasıydı. Halk arasında umudun ve adaletin sembolü haline gelen o kahramanın imzası... O kahraman suçluları ve zalimleri cezalandırmasıyla bilinirdi.

Peki ama ailesinden ne istemişti?

Geride kalan yalnız ve paramparça çocukluğuydu.

Tek bir tesellisi vardı: Onun kim olduğunu biliyordu.

Ne pahasına olursa olsun onu bulacak ve öldürecekti.


O anda, oradan kilometrelerce uzaktaki bir deniz kıyısında, duvarlar yıkılıyor, yıllarca karanlıkta kalmış bir hatıra aydınlığa çıkıyordu.

KIZIL ORMANIN ŞARKISIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin