Gözlerimi açtığımda güneş tenimde dans ediyor kemiklerimi ısıtıyordu. Bu malikanede uyandığım ilk güne götürdü beni. Milyonlarca yıl önce gibiydi. Aynı zamanda aradan hiç zaman geçmemiş, hiçbir şey değişmemiş gibi.
Bu doğru değildi, elbette, birçok şey değişmişti. Ben değişmiştim. Malikanenin manzarası bile değişmişti. Kalkıp ağır adımlarla pencereye yaklaştım. Güneş bugünlük yüzünü göstermiş olsa da sonbahar oldukça sert başlamıştı. Derinin altına işleyecek bir kışın habercisiydi. Bunun etkileri her yanda görülüyordu; malikanenin ardındaki tepeyi kaplayan ağaçlar sararmış, yapraklarının bir kısmını kaybetmişti. Arada turuncular, kızıllar da vardı ama tepenin ardındaki Palash Ormanı'nın bütün manzaraya hakim, capcanlı kırmızısının yanında zayıf kalıyordu.
O kırmızılık bana dün sabah olanları bir bir yeniden hatırlattı. Petro'nun saçımı hançerimin tek hamlesiyle kesişi, benim aklımı kaçırmam, havada beliren o garip ışık, ardındaki kemerli kapı ve Nova'nın gelişi...
Şimdi, güvenli bir çatının altındayken, hepsi uzak bir hayal gibi geliyordu. Dalgın bir ifadeyle saçlarıma dokundum. O ışığı gerçekten hayal etmiş olabilirdim. Palash Ormanı'yla ilgili çok sayıda korku hikayesi anlatılırdı ama hikayelerin çevredeki haydutlardan beslendiğini, birçoğunun da uydurma olduğunu düşünürdüm. Kan kırmızısı bir ormandan esinlenilen kanlı hikayeler...
Gerçek bundan farklı olabilir miydi?
Başımı iki yana sallayarak pencereden uzaklaştım ve aşağı indim. Ezra çalışma odasındaydı. Odaya girdiğimde nasıl göründüğümle hiç ilgilenmedi. Anlaşılan sağlığım için pek de endişelenmemişti. Oysa beni ormanın sınırında bulduğunda korktuğunu bile düşünmüştüm. Belki de fazla iyimserdim.
Sormam gereken çok fazla soru vardı. Öyle ki hepsi kafamda uçuşup birbirinin içine giriyordu. Koltuğa yerleşip her şeyi bir sıraya koymaya çalıştım. Bu süreçte Ezra okuduğu kitaptan başını kaldırmamıştı.
"Demek bir kaçaksın?" dedi.
Kafam yeniden allak bullak olurken yüzüm domates gibi kızardı, yanaklarımın ısınmasından bunu anlayabiliyordum. "Şey... Evet."
"Bu bilgiyi yakın zamanda benimle paylaşmayı planlıyor muydun?"
"Pek sayılmaz," diye mırıldandım. "Önemli olduğunu düşünmemiştim."
"Bence ortaya çıkacağını düşünmedin."
Bu konuda haksız sayılmazdı. Karanlıklarda yaşarsam kimsenin beni bulamayacağına inanmıştım. Dikkat çekmeme konusundaki tecrübeme ve ortadan kaybolmadaki yeteneğime güvenmiştim. Petro'nun karşıma çıkması çizdiğim en kötü senaryoda bile yoktu.
Hafifçe başımı sallayıp söylediği şeyi kabul ettim.
"Bana en başından söylemen gerekirdi," dedi.
"Neden?"
Sorum üzerine Ezra arkasına yaslanıp yüzüme baktı. Kaşlarında o umursamaz kıvrım vardı ama gözleri keskindi. "Seninle bir iş anlaşmamız var, Kosecha. Çalışanlarımın onlar için harcadığım zamanın ve paranın karşılığını ödemesini beklerim. Muhafızların eline düşmen durumunda bunu yapman imkansız olurdu değil mi?"
Gözlerimi kırpıştırdım. Dert ettiği buydu demek. Çenemi kaldırdım. "Gördüğün gibi karşındayım. Harcadığın zamanın ve paranın karşılığını ödemeye hazırım." Sesim elimde olmadan gücenik çıkmıştı. Ne bekliyordum ki? Onunla arkadaş olduğumuzu ve benim iyiliğimi düşüneceğini mi? Elbette çıkarlarını kollayacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIZIL ORMANIN ŞARKISI
FantasyKimse canavarları avlamaya uzun süre devam edemez, bizzat onlardan birine dönüşmeden. Alina öldürülen ailesinin intikamı için yola çıktığında, o yolun, ruhu en az ateş mavisi gözleri kadar yanardöner olan bir adam, bir kurt ve kızıl bir ormanın çevr...