Dione Krallığı, çeyrek asır önce kuzeydoğunun buz tutmuş topraklarında doğduğunda, hiç kimse kısa sürede bu kadar büyük bir güç haline geleceğini öngörememişti. Skovyat adı verilen demirden bir orduya ve saldırgan bir savaş politikasına sahipti. Açgözlü, acımasız bir kral ve onun karga burunlu, zevk düşkünü kraliçesi tarafından yönetiliyordu. Önce çevresindeki küçük krallıklara saldırdı. Sonra gözünü daha büyük hedeflere dikti. Dönemin en güçlü devletlerini yıkıp, sayısız katliamlar gerçekleştirdi.
Kral ve Kraliçe'nin hazine odası, yağmurda bırakılan bir tas gibi dolmuştu. Ne var ki Dione halkı bu zenginlikten payını alamıyordu. Büyük bir sefalet içerisindeydiler. Genç erkekler ön saflarda kurban edilmek için muharebelere sürükleniyordu. Bitmek bilmeyen savaşın masrafları zaten fakir olan halktan çıkarılıyor, Kral elini cebine atmayı hiç mi hiç istemiyordu.
Tam da bu noktada, savaşın, zulmün ve adaletsizliğin ortasında, karanlığı aydınlatan bir ışık çıktı ortaya. Parmak izleri sapkın bir umudu, gölgesi asi bir cesareti anımsatıyordu. Kendi adaletini kendisi sağlayarak, zalimleri ve halkın sırtından geçinenleri bir bir avlamaya başladı. Bir adı veya yüzü yoktu, sadece imzası vardı. Cezalandırdığı herkesin yanına gümüş gibi parlayan o imzayı bırakıyordu. İnsanlar bu umudun etrafında toplanmaya, Gümüş Direniş adı altında Kral'a karşı isyan çıkarmaya başladılar.
Yüzü bile olmayan bir katil, bütün çaresizliklerinin sembolü haline gelmişti.
Ona o kadar güvendiler ki bir gerçeği unuttular:
Kimse canavarları avlamaya uzun süre devam edemez, bizzat onlardan birine dönüşmeden.
9 Yıl sonra
Köşeyi döndüğüm anda denizin tuzlu kokusu burnuma çarptı. Sürdüğüm izin beni başkent Moren'e kadar getirmesi bu açıdan iyi olmuştu. On sekiz yıllık ömrümde ilk defa denizi görmüştüm.
Takip ettiğim adamın ismi Kambur Gorgo'ydu –adından anlaşılabileceği gibi kamburdu ve sağ bacağı aksıyordu. Yabancısı olduğum bir şehirde onun gibi tekinsiz bir adamın peşine takılmam pek akıllıca bir hareket değildi. Beni bilinmez bir tehlikenin içine sürüklüyor olabilirdi. Etraf çok karanlık ve ıssızdı. Önümü görebilmemi zayıf ay ışığına borçluydum. Şehrin Çatı adı verilen bu kısmında sokak lambaları yoktu.
İçim ürperince belimdeki kının içinde duran hançerimin kabzasını okşadım. Tanıdık soğukluğu ve işlemeleri bana güven veriyordu.
Avcı olan sensin, dedim içimden belki bininci kez. Dokuz yıl önce masanın altına gizlenen o çocuk değildim artık. Yıllardır bugünü bekliyordum. Hazırdım. Ben avcıydım. Av oydu. Bugün ayı bendim, balık oydu.
Kambur Gorgo beni Eski Liman'ın kıyısındaki bir tavernaya yönlendirdi. İçeriden boğuk gürültüler, kaba kahkahalar taşıyordu. İsmi Boğa Boynuzu'ydu.
"Burada mı?" diye sordum kaşlarımı çatarak.
Gorgo bana dönüp kıpkırmızı gözleriyle baktı. Yürüyüşümüz onu yormuş, nefes nefese kalmıştı. Başını sallamakla yetindi.
"Eğer burada değilse ve yalan söylüyorsan, onu bırakır senin peşine düşerim." Yeterince göz korkutucu olduğumu umuyordum. Elimi bir kez daha hançerimin kabzasına sardım. "Şimdi kaybol."
Adam korku içinde aksak bacağını sürüye sürüye uzaklaştı. O köşeyi dönünce ben de rıhtımın yan tarafındaki kulübeye yöneldim. Pencereleri kırık, içi zifiri karanlıktı. Eski bir gözcü kulübesine benziyordu. Orada hem pusu kurabilir, hem de tavernaya gireni çıkanı rahatlıkla gözleyebilirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KIZIL ORMANIN ŞARKISI
FantasiaKimse canavarları avlamaya uzun süre devam edemez, bizzat onlardan birine dönüşmeden. Alina öldürülen ailesinin intikamı için yola çıktığında, o yolun, ruhu en az ateş mavisi gözleri kadar yanardöner olan bir adam, bir kurt ve kızıl bir ormanın çevr...