Baharın gelişi bir başkaydı bu şehirde. Martı sesleriyle karışmış birkaç insan kahkahası sarmıştı dünden kalma sokakları.. Eski bir balıkçıda günün ilk öğününü yiyen de vardı, son parasıyla aldığı gevreği martılara atan da.. Kalp yarası olan sek içiyordu rakıyı, anıları yâd edenler meze istiyordu yanına..
"Eğer olmadıysa bir beden büyüğünü getirebilirim." dedi satış elemanı. Elbiseyi daha fazla zorlamayıp giymekten vazgeçtim. Yoksa bu işten ikimiz de zararlı çıkacaktık. "Evet, lütfen getirebilir misiniz?" diye sordum uzun kulaklarıyla Avatar'ı andıran satış görevlisine. Avatarımız şaşırtacak derecede hızlı gelerek "Üzgünüm efendim, maalesef bir beden büyüğü kalmamış." dedi kabinin arkasından. Anlaşılan bu gün şanssız günümdeydim. Ya da kilolu.. Kıyafetlerimi giyip kabinden çıkarken bir beden büyüğü olmayan elbiseye son kez baktım.
Denizin o tuzlu kokusunu içime çekerek yürümeye başladım. Dakikalar geçerken sahildeki kalabalık artıyordu. Mağaza mağaza dolaşıp kıyafet denemek beni yorduğu için kendimi karşıma çıkan ilk kafeye attım. Mor halının uzandığı doğrultuda yürüyüp devasa cam kapıdan içeri girdim. Masalar birbirinden yeterli uzaklıkta yerleştirilmiş, mor ve mavinin eşsiz uyumsuzluğu masalara yansıtılmış. Her masaya özenle koydukları belli olan zambak kokusunu içime çekerken denizi görebileceğim bir masaya oturdum.
Mor papyonlu garson beni hiç bekletmeden gelip ne istediğimi sordu. Sütlü bir kahve siparişi verdikten sonra denizi seyretmeye başladım. Neler yaşamıştım öyle. Beş gün önce Aslı utanmadan sevgilisini (benim eski sevgilimi) benden habersiz evimize getirmiş, beraber kahvaltı yapmıştık. Tamam kabul Ata diye bildiği çocuğun aslında Alaz olduğunu bilmemesi benim suçumdu. Bu yüzden ona kızamazdım ama yine de ona bu kadar kolayca sahip olması beni öfkelendiriyordu. Belki de Alaz'ın davranışları beni öfkelendiriyordu.
Dünyada milyonlarca dişi varken neden Aslı? Neden en yakın arkadaşım? Neden yani neden?
Onunla tanıştığım zamanlar erkeklerden nefret ediyordum. Küçüklükten gelen bir alışkanlık gibi.. Babasız büyümüştüm hatta babamı hiç tanımamıştım. Annem babam hakkında hiç konuşmazdı. Belki hiç tanımıyordu onu belki de babam ölmüştü. Ama ölseydi söylerdi bana. Neden saklasın ki? Peki babamın yaşaması iyi bir şey mi? Yaşıyorsa neden gelmedi hiç? Demek ki istemiyordu beni.
Konu baba olunca küçük bir çocuktan farksız oluyordum. Küçükken babam olmadığı için yeterince ezilmiştim. Pek fazla da arkadaşım olmamıştı. Ama üniversitede bütün duvarlarımı yıkmıştım. Bir sürü arkadaşım olmuştu ve kimse babam olmadığı için beni yargılamıyordu. Çünkü onların da sorunları vardı. Kimse normal değildi ki böyle daha mutluyduk.
Alaz'a savaş ilan edeli tam tamına beş gün olmuştu. Ama o günden sonra onu hiç görmedim. Her sabah evden erken çıkıp kendimi sokaklara attım. Birbirinden farklı tatlılar deneyip alışveriş yaptım. Bir çeşit kaçış yöntemi de olsa beni rahatlatıyordu.
Denize bakmaktan vazgeçtiğimde mor papyonlu garsonun bana doğru yaklaştığını farkettim. Tepsideki içi kırmızı şarap dolu olan kadehi masama bırakarak "Karşı masadaki gömlekli gencin size ikramıdır." dedi. Garsonun gösterdiği yöne dönerek lacivert gömlekli hafif kaslı yakışıklı sayılabilecek, hemen hemen aynı yaşlarda olduğumuzu tahmin ettiğim gence baktım. Bana göz kırparak kadehini kaldırdı. Bu davranışı bana her ne kadar çekici gelse de bu jesti kabul edemeyeceğim için "Lütfen bunu geri götürür müsünüz?" diye sordum. Garson bu ters tepkimi beklemiyor olacak ki bir an duraksayarak kadehi aldı ve masadan uzaklaştı.
Lacivert gömlekli çocuğa bakmamaya çalışıyordum. Yaptığı çok hoş bir jestti. Ayrıca yakışıklıydı ve muhtemelen şaraptan anlıyordu. Ama Alaz'a bir savaş açmıştım ve o savaşı kazanamadan yeni bir ilişki istemiyordum. Aslında savaşı nasıl kazanıcağımı da bilmiyordum ki..
Garson bu sefer beyaz şarabı masama koyduğunda sinirlenmeye başlamıştım. "Sanırım kırmızı sevmediğinizi düşündü ve siz kabul edene kadar beni buraya göndermeye kararlı." dedi mor papyonlu garson gülerek. Ona teşekkür ederip mecburen beyaz şarabı aldım. "Acaba siz de ona benimkisinden götürebilir misiniz? Ismarlıyorsa eşlik etmeli." dedim masum ifademi takınarak. Garson memnun bir ifadeyle yanımdan ayrılırken gömlekli çocuğa baktım. Çok koyu olmayan saçları ve buğday teniyle en fazla yirmi beş yaşında gözüküyordu. Damarlarından testosteron aktığı belli olan bu çocuğun özgüvenli ve sağlam duruşu onu daha çok çekici yapıyordu. Kabul etmeliyim ki etkilenmiştim.
Mor papyonlu garson beyaz şarap dolu kadehi onun masasına bıraktığında çekici gülümsemesiyle kadehini kaldırdı. Ona karşılık olarak bende kadehimi kaldırarak ona gülümsedim. Resmen hiç tanımadığım biriyle flört ediyordum ama bu beni hiç olmadığım kadar mutlu hissettirmişti. Mutlu ve özgüvenli..
Tam o sırada telefonum çalmaya başladı. No Ordinary Love onun için çalıyordu. Evet Can'a özel zil sesi yapmıştım. Böyle daha kolay oluyordu. Telefonu açarak "Nasılsın yakışıklı?" diye sordum bütün neşemle. Sesimdeki neşeyi farketmiş olacak ki "İyiyim şişko, sen nasılsın?" dedi. "Sanırım bu aralar gerçekten kilo aldım, denediğim çoğu kıyafet olmadı." dedim sanki telefondan beni görebilir gibi yüzümü buruşturarak. Telefondan kahkaha sesleri gelmeye başladı. Ben kilo aldım diye üzülürken o bununla kahkahalar atarak eğleniyordu. "Yaklaşık bir haftadır ortalarda yoksun. Çek cezanı." dediğinde haklı olduğunu farkettim. En azından onun yanında sağlıklı yemek zorunda kalıyordum. "Neredesin sen? Özledim seni." diye ekledi. "Sahilde bir kafedeyim. Şimdi eve gideceğim. Orda buluşuruz." dedim. "Tamam cadı , çabuk ol bekletme beni." diyerek telefonu kapattı.
Mor papyonlu garsonu çağırarak hesabı istedim. Garson hesabımın ödendiğini söyleyince lacivert gömlekli çocuğa baktım. Çekici gülümsemesiyle göz kırptı. Ona gülümseyerek çantamı alıp kafeden çıktım. Taksi beklerken burnuma dolan erkek parfümüyle arkamı döndüğümde birine çarptım. Kaslı kollarıyla beni tuttuğunda "Özür dilerim. Bu kadar sessiz yaklaşmamalıydım." dedi. Yüzümdeki şaşkınlığı silip kendimi toparlamaya çalıştım. "Ah, önemli değil" dedim kekeleyerek. Gülümseyerek "Şarap için teşekkür ederim. Hiç beklemediğim bir tepkiydi." dedi. "Eğer şarap ısmarlıyorsan eşlik etmelisin." dedim sesimin seksi çıkmasını umarak.
Ne yaptığımı bilmiyordum. Tanımadığım bir yabancıyla bu kadar yakın olmamalıydım ama bir şey beni ona itiyordu. Alaz'a savaş açmıştım ve belki de bu çocuk savaşta bana yardımcı olabilirdi. Sadece dişiliğimi kullanmam yeterliydi.
"Numaranı istesem fazla mı aceleci olurum? Çünkü sana daha çok eşlik etmem gerekecek." dedi bana biraz daha yaklaşarak. Bu benim daha çok heyecanlanmama sebep olurken kendimi sorduğu soruya odakladım. Numaramı istiyordu. Bu kadar kolay mıydı? Çantamdan göz kalemimi alıp avucuna numaramı yazdım. Sonuçta savaşta her yol mübahtı ve karşıma çıkan bu seksi yolu geri çeviremezdim.
Üzgünüm Alaz.
Bunu sen istedin.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LAVİNYA ❄
ChickLitBu gidişleri neye borçluyuz? Neden sadece gidişe alınır biletler? Dönüşü yok mu bu aşkın? Bir yandan nefret ve hırs, diğer yandan aşk ve şehvet.. Hangisi daha üstün? Peki ya işin içine intikam girerse? Her şeyi alt üst edebilir mi?