Bölüm 11: Ölümün Kıyısında

1.4K 200 12
                                    

Kucağımdaki çocuk annesinin kollarına gittiğinde neşeyle şakımaya devam ediyordu ama ben hareket edemiyordum. Gözlerimi dikmiş Jane’e bakıyordum. Odadan çıkmak üzereyken bana dönüp mahcup bir şekilde gülümsemişti daha sonra beni odada tek başıma bırakıp çıkmıştı. Ayaklarımın üzerinde duramayacak kadar yorgundum. Andrew! Bebeğe Andrew demişti. Gözlerim dolmuştu ama gözyaşlarım akmıyordu. Bir yeğenim mi vardı? Erkek bir yeğenim vardı. Dünyanın en güzel varlığıydı ve ben bugün öğreniyordum. Bütün bunlar olmasa onun tanıyabilir miydim acaba? Kendimi toplayıp içeri girene kadar ne kadar süre geçmişti bilmiyorum ama onun odasında onun kokusunu içime çekerek uzun bir süre oturduğum açıktı. Bu dünyada benim için en önemli olan adamın oğlu şimdi karşımda duruyordu. Onu tanımak isterdi. İçimdeki acı ve mutluluk o kadar yoğundu ki bir an kalbim patlayacak gibi hissetmiş elimi kalbime götürmüştüm. O sırada koluma dokunan başka birini hissettim. Bebek ve annesi oynarlarken yanımdaki bedene dönmüştüm. O benim gibi gözyaşlarını tutamıyordu. Bu ikinci kez olmuştu. Onu ikinci kez ağlarken görüyordum. Sadece bebeğe bakabiliyordu. Bebek güldükçe o da gülüyor, bir yandan da dudaklarını ısırıyordu. Jung Kook’u böyle görmek benimde içimi ısıtmıştı. Yavaşça elinden tutup koltuğa oturdum. Bebeği sevmek istediği açıktı.

-Bir…biraz kucağıma alabilir miyim?

Jane gülmüştü ve bebeği bana uzatırken tabi ki demişti. Kollarımın arasında tuttuğum bu sevimli yaratık dakikalar içinde beni kendine bağlamayı başarmıştı. Artık ben de gözyaşlarımı tutamıyordum. Hem annesine hem babasına benziyordu. O kadar güleç bir çocuktu ki kocaman gülümsemesi tüm yüzünü aydınlatıyordu.

-Kaç yaşında?

-17 aylık.

Kafamı kaldırıp ona bakmıştım. Abim gideli neredeyse 2 yıl olmak üzereydi o zaman 2 aylık hamile olmalıydı.

-Biliyor muydu?

-Evet. Göreve gittiği son gün… burada durmuş gözlerinden bir karartı geçmiş sonra başını sallayıp gülümsemeye devam etmişti. O gün söylemiştim. Bittiğinde sizi görmeye gelecektik.

-Neden… bizimle iletişime geçmedin? Annem, babam ya da ben seninle tanışmak isterdik.

-Ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Beni tanımıyordunuz bile varlığımdan haberiniz bile yoktu. Bir anda gelip zaten alt üst olmuş hayatınızı iyice dağıtmak istemedim. Aslında onu… biraz durmuştu. Sonra iç çekip devam etti. Aslında onu size söyleyecektim ama yapamadım.

Onu anlıyordum. Zor bir durumdu yaşadığı. Sevdiği adamı kaybetmiş, yalnız başına bir çocuk doğurmuş ve şimdi onu tek başına büyütmeye çalışıyordu. Bu kesinlikle bir kadın için en zor durumlardan biriydi.

-Tek mi kalıyorsunuz? Yani ailen?

-Ailem ben çok küçükken öldü. Bebeğimden başka kimsem yok.

-Hayır, yanılıyorsun. Bir ailen var. Annen, baban hatta bir de küçük kız kardeşin. Yani istersen… ister misin?

İleri mi gitmiştim? Durup tepkisiz kalan yüzünü incelediğimde küçük bebekte Jung Kook ile oynuyordu. Bebeklerin onu görebildiğine daha önce de şahit olmuştum. Benim sözlerim üzerinde Jung Kook da dönüp bize bakmıştı. Jane sonunda gülmüş ve gözünde biriktirdiği yaşı serbest bırakmıştı.

Gerçek mi Hayal mi?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin