Yeni Güne Uyanmak

46 6 0
                                    

      
Sorunsuz ve sorumsuz bir güz sabahıydı. Pencereler ardına kadar açık, tül perde serin rüzgârla şişiyordu. İçimi ürperten bu serinlikle gözlerimi açtım. Evde bir sessizlik hakimdi. Bembeyaz duvar kâğıdıyla kaplı odamda benim dışımda hayat belirtisi gösteren tek şey akvaryumdaki küçük turuncu balıktı.
       Yataktan kalkıp cep telefonumdan Prince'in I Would Die 4 U şarkısını açıp hazırlanmaya başladım. Otobüsü kaçırmaya hiç niyetim yoktu. Çantama kitaplarımı, aklıma  günlük planlarımı koyduktan sonra hızla dışarı çıktım. Marketten aldığım bir krakeri atıştırarak durağa doğru yürüdüm.
      19 yaşında farklı bir şehirde bir üniversite öğrencisi olmanın tüm yükü omuzlarımdaydı. Kira, yemek, yol parasından artırıp biraz eğlenmeye fırsat yaratabildiğimde benden mutlusu yoktu. Sinema lüks, konser imkânsız gibiydi. Bu yüzden yarı zamanlı bir iş bulmak şart olmuştu. Yoksa mezun olana kadar derin  düşünceden, sınav stresinden ve sosyal aktivite yoksunluğundan emekli ev teyzelerine dönecektim.
         Nostaljik bir yanım var sanırım. Gazeteyi internetten değil de elime alıp okumayı seviyorum. Belki de evde babamın okuma gözlüklerini takıp sade Türk kahvesi eşliğinde sabah gazetesi okuduğu günleri hatırlattığı içindir. Otobüs durağının yanındaki gazete bayisinden gazetemi alıp durağa yanaşan otobüse itiş kakış içinde biniyorum. Kalabalıktan ön cama yapışmış bir hâlde giderken sıkışan trafik, ter kokulu amca, t cetveli sırtımı dürten mühendislik öğrencisi, bezgin suratlı şoför...her şey her günkü gibiydi. Otobüs saatini kaçırmış olsaydım farklı bir rutin beni bekliyor olacaktı.
       Otobüs güç belâ fakültenin yakındaki durakta durunca kendimi dışarı atıp oksijeni ciğerlerime çektim. Beşiktaş'ın egzoz kokulu caddesi sol tarafımda, denizi sağ tarafımda ilerlerken bir el omzuma dokundu:
- Bakar mısın? Çantandan düşürdün sanırım.
- Pardon?
-Anahtarlık diyorum, çantandan düşürdün sanırım.
Elinde çantamın fermuarlı kısmına taktığım anahtarlık uzun, kemikli parmaklarının arasındaydı. İlk şaşkınlığımı attıktan sonra:
- Aa evet, düşmüş. Teşekkürler, deyip yoluma devam ettim, arkamdan bakakaldığını görmeden.
İlk dersi kaçırmaya hiç niyetim yoktu. Bölüm başkanı olan hocanın diline düşmek, tüm sınıfın diline düşmek demekti. Geçen yıl sınıftan biri "Attila İlhan'dan alıntı yaptım." diyeceğine söze "ATTİLA'dan İlhan..." diye girince bizim hazır cevap profesör : "Attila'dan İlhan, kıymadan da köfte mi yapıyorsun?" deyince tüm sınıf bu iğrenç ötesi espriye gülmüş, üstüne üstlük kızın adı "Attila'dan İlhan" kalmıştı.
Koşa koşa 310 numaralı amfiye ulaştım. Derin bir nefes alıp içeri girdim. Bizimkilerin bana yer tutmak için koydukları montu kaldırıp yerime oturdum. Kızlara teşekkür edip hocanın gelmesini bekledim.
......
Ders bitince kantine inip iskambil oynayan tayfanın yanına gittik. Bizim fakültenin kantinindeki büyük masalar yemek yemenin dışında başka bir işleve daha sahipti: KUMAR MASASI İŞLEVİ. Büyükbabamın sesi kulağımda çınladı o an: "Bu gençlik nereye gidiyor böyle?"
Masadaki oyun iyice hararetlenmişti. Oyuna öyle kilitlenmiştim ki, karşıdan birinin gözlerini bana diktiğini İdil bana söylemeseydi farkına varmayacaktım. Yan gözle, başımı çevirmeden karşı masaya baktığımda onu gördüm: Anahtarlığımı veren salaş hırkalı  çocuk...

AYNANIN ÖTEKİ TARAFI (KİM?)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin