Ekim 2017, Brooklyn
"Vaktinde yetiştirebileceğine emin misin?"
LaFayette, bar tezgahını aceleyle silmeye çalışırken diğer yandan da benim bitirme tezimle ilgili düşüncelerini söylüyordu.
"Sorun olmaz diye düşünüyorum."
Omuz silkip bardakları kurulamaya kaldığım yerden devam ettiğim sırada, mekan yavaş yavaş daha fazla kalabalık olmaya başladı. Böyle olacağını biliyordum. Tipik bir cuma günüydü. Kampüste akşamın bu saatinin gelmesi için Starbucks'ta pinekleyenler, oyun salonunda saatlerini öldürenler veya burunları kanarcasına tez yazıp vizelere çalışıp ufak bir mola vermek isteyenler. Ha, bir de ava çıkanlar.
Ne avı olduğundan bahsetmeme gerek yoktu sanırım.
LaFayette siparişini aldığı müşteriyle iletişimini bitirdikten sonra tekrar soluğu yanımda aldı. Kuruladığım bardaklardan birine erişip kenara koydu. Arkamdaki raflardan kayısı likörünü alıp blenderın haznesine dikkatle ilave ederken göz kırptı. "İstersen çalışma saatlerini düzenleyebilirim. Bitirme tezlerinin çok sancılı geçtiğini duyuyorum."
"Bazı günler gelemeyebilirim ama önce ders programını da bir düzene koymam gerek," sıkıntıyla derin bir iç çektim. "İnan bana bilmiyorum, konum belli aslında. Belki düşündüğüm kadar zor olmaz."
Blenderdaki işini bitirip kokteyli hazırladı. Bardağın köşesine portakal dilimi kesip yerleştirdikten sonra bir nane yaprağını da koyup, LaFayette'nin gösterdiği gencin önüne bıraktım.
Elim, kokteyl bardağından uzaklaşırken çocuk bileğimi tuttu. Kaşlarımı çatarak kim olduğuna bakmak için bakışlarımı kaldırdığımda fakültedeki zengin züppelerden bir tanesi olduğunu kavradım. Adını doğru dürüst bilmiyor olmama rağmen hatırladığım kadarıyla belirli gruplaşmalarla diğer öğrencilerden çok üstünlermişçesine kendilerini ayırdıkları tanıdık yüzlerden biri olduğunu, yüzündeki sinsi ve yapmacık gülümsemesinden tanımam uzun sürmedi.
"Vay canına," dedi. Oldukça tav olmuş bir hayranlık ifadesini samimiyetsiz suratına yerleştirirken hala hadsizce kirli elleri arasında tuttuğu bileğime gözlerimi çevirdim. Neyden bahsettiğimi anlayabilecek kadar kapasitesi vardı ki, ellerini geri çekti. "Seni burada görmek ne büyük-- Ne derlerdi ona?" Yanında kendisinin züppelikte bire bir kopyası olan arkadaşına döndü.
Arkadaşı, viskisini yudumlarken gözlerimin içine bakıp vurgulama yaparak "Şeref," dediğinde; benimle yeniden göz teması kurdu. Unuttuğu bir şey aklına gelmiş gibi "Hah! Seni burada görmek ne büyük şeref," dedi.
Pekala.
Avuçlarımı tezgaha dayayıp yüzümü yüzüne yaklaştırdım. Dalga geçtiğim aslında yüzümdeki bütün mimiklerden belli oluyor olmasına rağmen gerçekten kötü bulduğum cazibesine (!) kapılmış gibi davrandım.
"Sizin gibi çocukları nasıl kaçırabilirim?" dediğimde, başta gülümserlerken dalga geçiyor olduğumu anladıkları anda yüzlerindeki ifade soldu.
Bu gürültülü müziğe rağmen, çocuğun rahatsızca genzini temizlediğini duydum. Siyah, v yaka tişörtümün açıkta bıraktığı göğüslerimden bakışlarını kaldırabilirlerse benimle iletişim kurabileceklerdi.
"Gündüz bir azize kadar namuslu," tepeden tırnağa vücudumu süzdüklerinde elimin altında duran bardaklardan birini kırıp lanet olası boynuna camı saplamamak için sadece kendimi zor tutuyordum. "Gece de bir--"
"O cümleyi tamamlarsan boynunu kırmak zorunda kalacağım."
Luke, omzumu kavrayıp beni arkaya doğru çekti. Avuçlarını tıpkı benim gibi tezgaha dayayıp çocuklarla birebir gözlerinin içine bakarak iletişim kurmaya çalışıyordu. Çocukların yüzlerindeki ifadeyi korumaya çalışma çabalarını görmek bende fazlasıyla histerik bir kahkaha atma isteği uyandırsa da yapmadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lover and the Loved || hemmings
Fanfiction"Bu gece günceme yazacağım." "Neyi?" "Ateşten eli yanan çocuğun ateşi sevdiğini."