LaFayette, batikonlu pamuğu çenemdeki kesiğe bastırırken acıyla içimi çektim. Yüzümü geri çektiğimde LaFayette de sanki çektiğim acıyı en az benim kadar çok iyi anlıyormuş gibi yüzünü buruşturmuştu. Parmaklarımı sıkıp avuçlarımı yumruk yapmaktan boğumlarım uyuşmaya başlamıştı artık.
Hiçbir şey bilmiyormuşum gibi davranıyorlardı. Aptal olduğuma kendilerini inandırmakta ısrarcı görünüyorlardı belli ki. Ama bence o an başımıza gelen şeylerin aynısını Pollyanna yaşamış olsaydı, muhtemelen en az benim kadar korkup etrafındaki her şeyden ürkmeye başlardı.
"Ne büyük talihsizlik..." diye mırıldandı LaFayette. Pamuğu çenemin etrafında oyalamaya devam ediyordu hala.
Kendimi daha fazla tutamadım. Sessiz kalamıyordum. Belki de dünya üzerinde en nefret ettiğim şeylerden bir tanesiydi bu. Söylemek isteyip de hiçbir şeyi söyleyememek. Her şeyi kendi içime atmak ve onlardan bir yığın oluşturmak.
LaFayette'in elini çektim. Gözlerine dik dik bakarken, eninde sonunda bu tepkiyi vermek üzere olduğumu bildiğini fark ettim. Hazırmış gibi görünüyordu. "Bu saçmalığa inanmamı beklemiyorsundur umarım," öfkeyle soludum. "Talihsizlikmiş! Bizi gerçekten ezmeye çalıştılar LaFayette. Gerçekten ezmekten bahsediyorum."
Fakat LaFayette, söylediklerimi duymazlıktan geldi. Yanımda oturmaktan vazgeçip kirli pamuğu çöpün içine atarken ayağa kalktı. Kollarını göğsünün altında birleştirip, metanetini korumaya çalışan bir yetişkin gibi davranmaya çalışıyordu.
"Korktun sadece Mila. Sizi kim, neden ezmeye çalışsın ki?"
"Ben de bunu soruyorum zaten."
"Bilmiyorum," aceleyle konuştu. Gözlerini benden kaçırıyordu. Yalan söylediği zaman LaFayette gözünüzün içine bile bakamazdı. İki sene de olsa, onu iyi tanıdığımı düşünüyordum. "Nereden bilebilirim ki? Orada bile değildim-"
"Orada olmamanın cevabını bilmiyor olduğun anlamına gelmediğini biliyorsun, değil mi?"
"Tanrı aşkına Mila-"
Luke içeriye girdiğinde LaFayette günah işlemiş gibi hemen çenesini kapattı. Seslice genzini temizleyip korkak bakışlarını Luke'a çevirdiğinde, az kalsın onun istemediği bir şeyi açıklamak üzere olduğunu sezdim.
Zaten Luke zamanlama konusundaki başarıları ile meşhurdu benim lügatımda.
"Çık dışarı," diye neredeyse azarlar bir tonla LaFayette ile konuştuğunda bu durum daha fazla ne kadar garipleşebilir diye düşünmeye başladım. Luke'un daha önce onunla bu üslupta konuştuğuna hiç şahit olmamıştım ve olabileceğimi de düşünmüyordum. Çok iyi dost olabilirlerdi fakat aralarında her zaman saygı duyduğum bir mesafe de vardı.
LaFayette elini Luke'un omzuna koyup emrettiği gibi odadan dışarıya çıkmak için kapıya doğru dudaklarını birbirine bastırarak adımladı. O an, LaFayette için üzüldüm. Yaralarımla ilgilenmişti ama ben onu azarlamıştım. Luke zaten anlamadığım bir şekilde çıkışmıştı. Ama yine de LaFayette kapıyı kapatmadan önce bana bakıp gülümsedi ve "Tekrar aramızda olmana sevindim, kedicik," dediğinde buruk da olsa içten bir şekilde gülümsedim.
Luke ile LaFayette'in odasında yalnız kaldığımda ne söylemem gerektiğini bilmeden öylece gözlerine bakıyordum. O her şeyin farkındaydı ve her şeyi de biliyordu. Bize kimin, neden çarptığını çok da iyi biliyordu. Onun da tıpkı LaFayette gibi bilmezlikten gelmeye çalıştığını görebiliyordum ama bu saf kız palavralarının etrafında dolaşmayacağımı da onlar iyi bilirdi.
Mavi gözlerindeki öfke partıltılarını odanın soluk lambasının etrafa yaydığı loş ışıkta bile görebiliyordum. Beyaz teninin üzerinde rastgele oluşan kesikleri de. Kimse onun yaralarına bakmamıştı. LaFayette'in evine gelir gelmez bizim güvende olduğumuza emin olup, yine bir yere gitti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lover and the Loved || hemmings
Fanfiction"Bu gece günceme yazacağım." "Neyi?" "Ateşten eli yanan çocuğun ateşi sevdiğini."