İlk buluşmaların klişe olması kadar normal bir şey yoktur, öyle değil mi? İlk buluşma nerede geçebilir; mesela bir kafede veya bir parkta. Bizim ilk buluşmamız da okulun konferans salonunda gerçekleşmişti. Bir kafe veya park kadar klişe olmasa da yine de klişe sayılabilecek ve sinema salonu kategorisine sokulabilecek bir yerdi okulun konferans salonu. Peki ya kiminle ilk buluşmamız diye düşünmüyor musunuz? Kiminle olacak? Elbette ki Lee Taeyong ile.
Halbuki benim ilk buluşma hayalim çok daha farklıydı. Lee Taeyong tamamen farklı biriydi gözümde, okuldaki erkeklerden çok daha farklıydı. Hele ki Nakamoto Yuta ile aralarında dağlar kadar fark vardı. Bu yüzden onunla olan ilk buluşmamızı daha farklı ve daha değişik bir yerde gerçekleştireceğimizi düşünmüştüm. Mesela bir bilim müzesinde veya kütüphanede. En olmadı... Bir İspanyol restoranında, paella* yerken.
—
* Bir İspanyol yemeği.İlk buluşmalar birbirinden hoşlanan, birbirini seven insanlar içindir öyle değil mi? Ve ben bunu düşündüğüme göre... Tamam, kafanızın karıştığını hissedebiliyorum bu yüzden film başlamadan yarım saat öncesine gidiyoruz.
Öğrenciler konferans salonuna bir bir girerken ben, kapının dışında Lee Taeyong'un gelmesini bekliyordum. Dünkü konuşmamızdan sonra başka hiçbir şey konuşmamıştık ve dün bana ayak üstü bir plan yaptırdıktan sonra bu plana uymazsa onu gerçekten affetmeyecektim. Okulda sevmediğim kim var kim yoksa gördüm fakat Lee Taeyong hâlâ ortalarda yoktu. Hatta o sevimsiz Jung Yewon ile bile selamlaşmak zorunda kaldım ki kendisinden gerçekten nefret ederim. Bunun nedeni, bir kereliğine okuldan kaçmaya çalıştığımda yakalanmama neden olmasından başka bir şey değildi. Ben Jung Yewon'a beddualarımı sıralarken, Lee Taeyong'u yanıma doğru gelirken gördüm. "Bir an gelmeyeceksin sandım."
"Ama geldim." Taeyong bana genişçe gülümsedi ve birlikte konferans salonuna geçtik. Ortalardan iki kişilik boş yer bulunca Taeyong hemen oturdu, ben de yanına geçtim. "Neredeydin?"
O ise benim sorumu pek umursamışa benzemiyordu. "Sınavın nasıl geçti?"
"Önce ben sordum."
Taeyong fazla hazırcevaptı ve bu beni deli ediyordu. "Ama benim sorum daha önemli."
"İyi." Onun karşısında bu kadar çabuk pes etmeyi gerçekten sevmiyordum ama sorumun cevabını alabilmek için de başka bir şansım yokmuş gibi gözüküyordu.
"Bu iyi, sınavın iyi geçtiğinin göstergesi olan mı yoksa bana attığın trip mi?"
"Sana trip atacak kadar yakın olduğumuzu sanmıyorum, Lee Taeyong." Tek kaşımı kaldırarak gözlerimi, gözlerinin içine diktim.
"Buna çok uygun İspanyolca bir cevabım vardı ama sen bunu istemezsin. Bu yüzden sana cevap vermeyeceğim çünkü Korece bu cevap için yeterince romantik bir dil değil." Ona cevap vermek üzere elimi kaldırdım fakat sözüne devam ederek beni engelledi. "Japonca da değil."
İç çekerek önüme döndüm ve bakışlarımı tam karşımızda duran büyük ekrana yönelttim. Tam olarak otuz yedi saniye sonra tekrar soluma döndüm. "Neredeydin?"
Lee Taeyong sakince cevap verdi. "İşlerim vardı."
Kesinlikle anlam veremiyordum, bu saatte ne işinin olduğunu anlayamıyordum. Geçen gün neden o kadar geç bir saatte yattığını sorduğumda da yine aynı cevabı almıştım. İşlerinin ne olduğunu gerçekten ama gerçekten çok merak ediyordum. Fakat üstelemeyecektim, o hakkı kendimde görmüyordum.
"Tamam." Bakışlarım yine büyük ekranın üstündeydi. Filmin başlamasına yaklaşık beş dakika kala Nakamoto Yuta'yı konferans salonuna girerken gördüm. Tek başına, iki önümüzdeki boş bir koltuğa oturdu ve kesinlikle ama kesinlikle arkasını dönüp bir kez bile bize bakmadı. Bir tarafım huzursuz olmamı ve bir şeyler yapmamı söylerken diğer tarafım umursamamamı ve hayatıma devam etmemi söylüyordu. Düşüncelerimi herhangi bir sonuca bağlayamadan büyük ekran birden renklendi ve konferans salonunu ışıkları söndü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sönen son ışık﹔ lty
Fanfiction" tamamlandı ✔️„ ⠀⠀⠀⠀⠀⠀hana 37 sayısına, taeyong ise edgar allan poe şiirlerine aşıktı. hana'nın en sevdiği hayvan kelebekti, taeyong ise ispanyolca bilirdi. hana her gece taeyong'un ışığını söndürmesini beklerdi, taeyong ise ışığını bir türlü sön...