Güneşin yüzüme çılgınca vurduğu ve tenimin sıcaklığının otuz yedi bin derece hissedildiği bir cumartesi sabahına uyandım. Gülümseyerek ve heyecanla gözlerimi açtım, bedenime vuran güneşin altında doğruldum ve yatağımdan kalktım. Yorucu geçen bir haftanın sonunda huzurlu ve mutlu hissediyordum. Buzdolabına doğru ilerlerken gözüm oda arkadaşıma takıldı, endişeli bir şekilde bir şeyler karalıyordu. Yanına yaklaştım ve omzunun üstünden çalışma masasına baktım. "Sabah sabah ne yapıyorsun?"
Önünde bir kitap açıktı, bilgisayarı açıktı ve elinin altındaki müsvette kağıda bir şeyler listeliyordu. "Dönem ödevi," diye cevap verdi bana. "Kitap incelemesi yapıyorum. George Orwell'in Hayvan Çiftliği kitabını okuduysan bana yardım etmek ister misin?"
Ne yazık ki bu kitabı okumamıştım ve ona yardım edemeyecek kadar açtım. "Üzgünüm, kitap hakkında bir bilgim yok, onu okumadım. Sana kolay gelsin, ben kahvaltı yapacağım."
Böylelikle buz dolabına gittim ve içinden kahvaltılıkları çıkarıp kendi masamda kahvaltı ettim. Kahvaltım bittiğinde oda arkadaşım çıkmıştı, yatağıma geçmeden önce onun çalışma masasında durdum ve az öncesine kadar yazdığı şeylere bir göz attım.
Yedi Emir
1. İki ayak üstünde yürüyen herkesi düşman bileceksin.
2. Dört ayak üstünde yürüyen ya da kanatları olan herkesi dost bileceksin.
3. Hiçbir hayvan giysi giymeyecek.
4. Hiçbir hayvan yatakta yatmayacak.
5. Hiçbir hayvan içki içmeyecek.
6. Hiçbir hayvan başka bir hayvanı öldürmeyecek.
7. Bütün hayvanlar eşittir.Bu bilgiler kitabın içinde önemli bir anlama geliyor olabilirdi fakat kitap ile ilgili hiçbir bilgisi olmayan benim gibi insanlar için bu emir listesi çok anlamsızdı. Yani, hiçbir hayvan elbette ki içki içmezdi.
Bu cumartesi günü hiçbir şey yapmayı düşünmüyordum, akşama kadar hatta mümkünse Pazartesi sabahına kadar yatağımdan çıkmayacaktım. Planlarımın bir mesaj ile yerle bir olacağını bilmiyordum tabii ki. Lee Taeyong'un yurdun bahçesinde olduğunu belirten mesajı ile tüm planlarım suya düşmüştü ve ben çoktan üstümü değiştirmeye başlamıştım bile.
"Sadece biraz dinlenmek istemiştim." Gözüm Taeyong'un elindeki sepete kaydı. "Piknik deme..."
"Piknik!" Harika, yurdun bahçesinde bir haftalık erkek arkadaşımla piknik yapacaktık ve bu fikir beni biraz rahatsız etmişti doğrusu. Burada, yurdun bahçesinde piknik yapmak istemiyordum. "Buranın bunun için uygun bir yer olduğundan emin misin? Yani, çimen falan ama bilirsin işte..."
Taeyong güneş gözlüklerinin üstünden bana bakarak gülümsedi. "Burada yapacağımızı da kim söyledi? Seni dışarı çıkaracağım."
Bir saat sonra gerekli izinleri almış, kampüsten çıkmış ve Han Nehri'nin kıyısındaki çimenlik alana oturmuştuk bile. "Buraya en son Nakamoto Yuta ile gelmiştim."
Tamam, biliyorum. Bunu söylemem hiç de doğru değildi, Taeyong açısından adaletli de değildi. Ama Yuta benim geçmişimin bir parçasıydı ve ben geçmişimi öyle kolayca silemezdim. Yuta'yı aklıma getirince geçen haftaki olay da zihnimde fener ışığı gibi parladı. "Yuta'nın o kızın aklına uyup bu korkunç şeyi yapmış olduğuna hâlâ inanamıyorum. Nam Ryujin gerçekten berbat biri, Yuta'nın saflığını kullanıp onu resmen etkisi altına almış."
Taeyong portakal suyunu içerken gözlerini nehre kilitledi. "Yuta'nın tamamen suçsuz olduğuna mı inanıyorsun yani? Onun kendi iradesi ve düşünceleri yokmuş gibi davranma bence, Yuta bu kadar da saf birisi değildir."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sönen son ışık﹔ lty
Fanfiction" tamamlandı ✔️„ ⠀⠀⠀⠀⠀⠀hana 37 sayısına, taeyong ise edgar allan poe şiirlerine aşıktı. hana'nın en sevdiği hayvan kelebekti, taeyong ise ispanyolca bilirdi. hana her gece taeyong'un ışığını söndürmesini beklerdi, taeyong ise ışığını bir türlü sön...