kitty genovese'i kim öldürdü?

2K 218 141
                                    

Yurtta, odamda, oda arkadaşımla oturuyorduk. Efsanevi bir beyin fırtınasının ortasında, günü planlamaya çalışıyorduk fakat ikimizden de çıkması gereken o dahiyane fikir bir türlü çıkmıyordu; akşam Lee Taeyong ile ne yapmamız gerektiğini bulamıyorduk. En sonunda Jihyun, bir şeyler bulmuş olabileceğinin tepkisini göstererek yerinde zıpladı. "Bence şöyle güzel bir akşam yemeği yiyin, ardından da gece seansına bir film izlemeye gidin. Nasıl fikir ama?"

"Sence de bu... Biraz... Çok azıcık... Klişe değil mi?" Hoş, erkek arkadaşımla ilk buluşmam da klişeydi. Jihyun'un yüzü düştüğü anda ben başka bir fikir buldum. "Bence öğlene doğru çıkıp ona bir hediye alayım sonra da onu bir parka çağırayım. Biraz otururuz, sonra da yakınlarda bir restorana gideriz."

"Benim dediğimden ne farkı var acaba?" Jihyun kollarını kucağında buluşturdu. "Sinema kısmını mı beğenmedin?"

"Sen elinden geleni yaptın, Jihyun." Hafifçe kıkırdadım fakat kıkırdamam çok kısa sürdü. Aklıma bir hafta önce yaşananlar geldi ve tüylerim ürperdi. O olaydan sonraki her gün, neredeyse her saat aklıma gelen Seo Youngho beni ürkütüyor, kalbimin düzensiz atmasına neden oluyordu. Onunla ayrıldığımda onu direkt olarak tarihin tozlu sayfalarına gömmüştüm fakat o geçen hafta tekrardan kolayca tarih sahnesine çıkmayı başarmıştı. Youngho tehlikeliydi, hem de çok tehlikeliydi.

Onunla birlikte olduğum zamanlarda kendimi hiçbir zaman rahat hissetmemiştim. Beni sürekli küçük düşürüyor, hatalarımı yüzüme vuruyor ve kendini herkesten ama herkesten üstün görüyordu. Gözlerimin içine baktığını düşündüğüm zamanlarda bile benim gözlerimden kendi gözlerine bakıyordu. Youngho ile hapsolduğum bu ilişkiden tek çıkar yolum Nakamoto Yuta idi ve ben başka hiçbir şansım olmadığının bilincinde olarak Youngho'ya Yuta ile birlikte olduğum konusunda yalan söylemiştim. Ailem erkek arkadaşımın Koreli biri olmasını istemiyor, ailem seninle birlikte olmamı istemiyor, ailem Yuta'yı istiyor, ailem, ailem, ailem... Bu tarz yalanlarla onun başını şişirmiş ve o zamanlar sadece arkadaşım olan Yuta'yı ona erkek arkadaşım olarak tanıtmıştım.

O ise buna o kadar da sinirlenmemiş gibiydi. Hiçbir şey söylemeden, hiçbir tepki vermeden beni öylece kendi halime bırakmıştı ve bir daha da benimle iletişime geçmemişti. Geçen haftaya kadar.

Bu sefer okuldan izin alamayacağımın farkındaydım bu yüzden ne yaptım, ne ettim okuldan kaçtım. Güzel gözüktüğümü düşünüyordum, en azından Lee Taeyong'un gözüne bugün daha güzel gözükmek istiyordum. En korkunç hallerime bile tanık olmuş olan Taeyong'un bunu dert etmeyeceğini biliyordum fakat bunu dert eden kişi bendim ve bu benim için daha önemliydi.

Birçok insanın alışveriş yapmak için nereleri tercih ettiğini biliyordum ama benim bu iş için özel bir mekanım vardı. Seul'ün pek bilinmeyen ara sokaklarından birinde harika bir antikacı vardı; bu antikacıdan erkek arkadaşıma tam da onun beğeneceği bir hediye alacaktım. Eski basım bir İspanyolca sözlüğe hayır demeyeceğinden kesinlikle emindim. Böylelikle okula en yakın metro istasyonuna doğru hızlı adımlarla ilerledim ve antikacıya yapacağım bu küçük ziyarete başladım.

Antikacı, kapısından girdiğim andan beri beni etkisi altına almıştı. Havadaki toz kokusu ve eski zamanların verdiği hatıralarla dolu huzur tüm içimi sarmış, beni büyülemişti. Görevli benim bu halimi fark etmiş olacaktı ki beni derin düşüncelerimden uyandırdı. "Merhaba küçük hanım, size yardımcı olabileceğim bir şey var mı?"

Yavaşça irkilerek yaşlı görevliye döndüm ve gülümseyerek istediğim şeyi ona söyledim. "Ben eski basım bir İspanyolca sözlük arıyorum. Sizde var mı acaba?"

"Sözlük... Hmm..." Görevlinin düşünceli hali beni endişelendirmişti. Bu hediyeye kendimi o kadar çok kaptırmıştım ki, başka bir hediye düşünmemiştim bile. Eğer sözlük bulamazsam ne yapacağımı bilmiyordum. "Sözlüğün olduğunu sanmıyorum fakat size birkaç tane İspanyolca kitap gösterebilirim. Hediye mi olacak?"

sönen son ışık﹔ ltyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin