"Nasıl yani, yanlış duymuyorum değil mi? Osaki Hana, okulun en zeki çocuğuyla mı birlikte?" Telefonun öbür ucundaki kuzenim, anlattıklarıma bir türlü inanmamayı seçiyordu.
"Ben buna pek birliktelik diyemem." Sanki az önce inkar etmemişim gibi, kuzenim beni haksız çıkarmak için kozlarını kullanmaya başladı. "Çocukla öpüşmüşsün, gerizekalı."
"Ee, bunda ne var? Birçok kişiyle öpüştüm." On yaşındayken Jeju'ya tatile gittiğimizde orada tanıştığım bir çocuğu da öpmüştüm ama herhangi bir birlikteliğimiz olmamıştı. Birliktelik için öpüşmekten daha fazlasının gerektiğinin farkındaydım; karşılıklı sevgi, saygı ve güven.
"Bu işe Nakamoto Yuta ne diyor peki?" Konu yine dönüp dolaşıp Yuta'ya gelmişti. Derin bir iç çektim. "Bir şey demesine gerek var mı? Onu bu olaydan önce terk etmiştim zaten."
Bu konuda kötü biri olduğumu kabul ediyordum fakat onu aldatacak kadar da kötü biri olduğumu düşünmüyordum. "Vay canına, hiçbir şey yapmıyor yani."
"Ne yapmasını isterdin, Sae?" Kuzenim benim tarafımı mı tutuyordu, Yuta'nın tarafını mı belli değildi.
"Liseyi onun ablasıyla birlikte okudum, seni aptal ve inan onun hakkında senden daha çok şey biliyor bile olabilirim. Ablası en yakın arkadaşlarımdandı." Bu konuda haklı olabilirdi, Yuta ile birlikte olduğum sırada bile onu tam olarak tanıdığım söylenemezdi. Hiçbir zaman Yuta ile tam anlamıyla ilgilenmemiştim. Sae devam etti. "Hatırladığım kadarıyla bu Yuta denen oğlan biraz fazla takıntılı biriydi. Yani, gerçekten takıntılı. Biraz saf bir tip olduğundan takıntısının ne boyutlara ulaşabileceğini veya bu takıntının ona neler yaptırabileceğini bilmiyorum. Yine de onun garip bir tip olduğunu biliyordum. Hatta sen onunla çıktığını söylediğinde çok şaşırmıştım."
Lee Taeyong'un diğer erkekler gibi olmadığının farkındaydım fakat demek ki Nakamoto Yuta da normal erkek kategorisinde değildi. Ne gibi bir takıntı veya ne gibi bir gariplik olduğunu şu ana kadar tam çözememiştim, sadece ondan ayrılmam biraz zor olmuştu. Ayrılık meselesini aklıma getirdiğimde düşüncelerim bir anda değişti. Yuta bana karşı takıntılı olabilir miydi acaba?
"O kötü bir insan demiyorum ama sen yine de dikkatli ol, Hana." Bir saniyesinde bile rahat hissedemediğim bu konuşma sonunda bitmişti. Kuzenimin haklı olduğunu düşünüyor olsam da, yine de eski erkek arkadaşımla uzun sayılabilecek bir süre ben birlikte olmuştum, o değil ve bu süre boyunca Yuta'nın bir kötülüğünü görmemiştim. Yani kuzenimin bana söylediği bu kulaktan dolma bilgilerin doğruluğunun pek mümkün olduğunu düşünmüyordum.
Bu bilgilerin doğruluğunun mümkün olduğunu Pazar gecesi anladım.
Cumartesi gecesi Lee Taeyong ile ayrıldıktan sonra sadece karnımda değil, tüm vücudumda kelebekler uçuşuyordu. Yurda girdikten sonra merdivenleri üçerli çıkmış, odaya girince sevincimden oda arkadaşımı uyandırmış ve gece yaklaşık üçe kadar uyuyamamıştım. Saat üçe kadar penceremin önünde oturmuş, Taeyong'un ışığını söndürmesini beklemiştim. Taeyong ışığını söndürmediği gibi penceresine çıkıp benimle iletişim kurmaya çalışmamıştı. Bunu garipsemiştim çünkü benim onun ışığını takip ettiğimi biliyordu.
Pazar gün boyunca geceyi düşündüm ve ondan bir mesaj bekledim. Fakat saatler boyu telefonuma ne bir mesaj geldi, ne de bir arama. Akşama kadar telefonumu otuz yedi kez kontrol ettim fakat otuz yedisinde de Lee Taeyong'un mesajıyla karşılaşmadım.
Saat akşam sekize gelirken yatağımda film izliyordum. Yastıklarımı arkaya almış ve kendime rahat bir ortam yaratmış, gündüz marketten aldığım kurabiyeleri yiyerek Eğer Yaşarsam filmini izliyor ve Mia'nın kararını vermesini bekliyordum. Mia'nın yapması gereken çok önemli bir seçim, vermesi gereken çok önemli bir karar vardı. Kendimi kısa bir süreliğine Mia'nın yerine koydum ve onun kadar zor bir ikilemde kalıp kalmadığımı düşündüm. Uzun sayılabilecek düşüncelerim sonucunda, Mia kadar zor bir ikilemde kalmadığımı fark ettim. O kadar zor bir ikilemde kalmayı muhtemelen kimse istemezdi, ben de bu durumu yaşamadığıma memnundum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sönen son ışık﹔ lty
Fanfiction" tamamlandı ✔️„ ⠀⠀⠀⠀⠀⠀hana 37 sayısına, taeyong ise edgar allan poe şiirlerine aşıktı. hana'nın en sevdiği hayvan kelebekti, taeyong ise ispanyolca bilirdi. hana her gece taeyong'un ışığını söndürmesini beklerdi, taeyong ise ışığını bir türlü sön...