Mutfaktan nasıl bir hışımla çıktığımı inanın ben de bilmiyorum. Arkamdan bağıran Cady ve beni bacaklarımdan tutmaya çalışan Nathan'dan kolaylıkla sıyrıldıktan sonra tüm masaların gözü benim üzerimdeyken adeta koşarcasına restoranın içinde yürümeye başladım. O an aklımdan ne prestij ne başarı ne de kalite geçiyordu. Tek istediğim bu saygısız adamın derdinin ne olduğunu öğrenmekti. Çünkü derdinin etle olmadığı gün gibi ortadaydı. Ya beni tanıyordu, ki hiçbir arkadaşım bana böyle bir şey yapmazdı ya da bilemiyordum. Kafamın içinde dönen binlerce fikre rağmen tek bildiğim bu adamı boğmak istediğimdi. Onu kendi ellerimle boğazlamak istiyordum. Restoranın en ücra yerinde oturduğu için kendimi daha şanslı hissedip masasına doğru kararlı adımlarla ilerledim ve bam! Kim olduğuna bile bakmadan büyük çatalın ucundaki et parçasını masasına sapladım. Kafamı kaldırdım bana şok içinde bakan Cady'le göz göze gelip
"Derdin ne bilmiyorum, ama al sana az pişmiş et"
derken adamın yüzüne bakmaya tenezzül ettim.S: "Aman Tanrım"
"Sinirli biri olduğunu tahmin etmiştim, ama bu, bu biraz şey-"
S: "Jamie? Burda ne halt ediyorsun"
Güzel kahkahası kulaklarımı doldururken kelimenin tam anlamıyla kalakaldım.
Merhaba millet. Bundan sonra orta uzunlukta ama sık sık yazmaya karar verdim. Bu sene mezun oluyorum bir yandan da çalışıyorum o yüzden her ne kadar bu hikayeyi yazmak istesem de inanın zamanım olmuyor pek. Herneyse, söylemek istediğim şey böyle yazarsam haftada 2-3 bölüm çok rahat yazarım gibime geliyor. Bakalım neler olacak. Bu arada yorum ve vote bırakırsanız benim için çok anlam ifade eder. Sizce neler olacak aralarında? Ya da ne olmasını istersiniz:) Fikirler için şimdiden teşekkürler. -G