Ertesi gün çalan telefonumun kulaklarıma yaptığı işkence yüzünden uyandım. Bu alarmım değildi. Yorganın içinde cebelleşerek neredeyse 100 kilo kadar hissettiren örtüyü üzerimden atarken yatağımda telefonumu bulmaya çalışıyordum bir yandan da. Beni sabah kimse aramazdı, ararsa mutlaka çok önemli ya da 'farklı' bir şey olurdu ve bu fikir beni ürkütmüştü. Korku bedenimi ele geçirmeye başlamışken telefonumu bulup neredeyse kör gözlerimle ekrandaki ismi bile okumadan kaydırıp açtım.
"Alo?"
J: "Günaydın, seni uyandırmadım ya?"
Siktiğimin Jamie'si beni saat 6:20'de arayacak kadar ne yaşamış olabilirdi?
"Ah, tabi ki hayır. Ben çoktan uyanmıştım."
Sırıttığından emindim.
J: "Peki, öyleyse sevindim. Benimle koşuya çıkmak ister misin diye sormak istedim. Sonrasında da kahvaltı ederiz belki ne dersin?"
Cevap vermeden önce dudaklarımı ısırdım ve beynimi düşünmeye zorladım. Gözlerimi sımsıkı kapatıp ağzımdan mantıklı kelimelerin dökülmesini dilerken gözlerimin önüne gelen tek şey onun yüzüydü. Bu adam canımı çok fena yakacaktı. Bunu iliklerime kadar hissetsem de sanırım yanmaya da hazırdım.
"Ben, bunu çok isterdim. 18 saat ayakta durmamı gerektiren bir işim olmasaydı. "
J: "Ne yani spor yapmaz mısın?"
Kahkaha atma isteğimi içime attım.
"Ben dünya üzerinde tanıyabileceğin en tembel insanım. İşim zaten beni ve bacaklarımı yeterince yoruyor. Bazen yoga ve meditasyon yapıyorum ancak onları da yaparken çoğunlukla uyurum."
Gülme sırası ondaydı.
J: "Üzgünüm. Bu seni gerçekten uyandırdığım anlamına geliyor sanırım?"
"Tanrı aşkına Jamie, beni her gün uyandırsan bile gıkımı çıkartmam."
J: "Sen adımı böyle söylemeye devam edersen; seni her gün uyandırmak için aramaya yemin bile edebilirim. "