“Yalanların kendilerine has bir görüntüleri vardı, onları dikkatli bakan herkes görebilirdi ama aynı zamanda kimse göremezdi.”
***
Umutsuzluk, kendisini hapseden bir duyguydu; kalbinize işlediği andan itibaren kurtulmanızı imkânsızlaştırmak için kendisini kilit altında tutardı. Umut, kilidi açan anahtardı; umutsuzluğu gizlendiği yerden çıkartıp kalbinize onu gösterirdi ve umutsuzluk, onu fark ettiğiniz andan sonra sizin sorununuz olurdu. Ya onunla baş ederdiniz, ya onu yok ederdiniz, ya da onu kabullenirdiniz; fakat umutsuzluk kalbinizden öylece gitmezdi, arkasında izler bırakırdı. Ölüm uykusuna yatmış bir duyguyu canlandırmanın imkânsız olduğunu bilen umutsuzluk, umudu kuruturdu.
Duygular, negatif veya pozitif olmasıyla değil, onları ne kadar hissettiğimizle değerlenirlerdi ve umutsuzluk bunu bilirdi; umudu hissedemediğimiz noktada, umutsuzluğun esiri olurduk. Kalbimiz korkuyla dolar, bize sürekli sakin olmamızı vurgulayan umudu duymazdan gelirdik. Umutsuzluk, umudu yenerdi çünkü insanlar negatif duygulara daha çabuk kapılırdı. İyi bir şey olacağı düşüncesi yerine en kötü senaryoyu kurmak insanların özel uğraşlarından biriydi ve bildiğim kadarıyla pozitif olabilsem de, ben de bir insandım. Ama sadece bildiğim kadarıyla...
Gözlerim ileride kendi rotasını takip eden gemide, ellerimi yasladığım bankta öne eğilmiştim. Oturmama rağmen dizlerim titriyordu; kendimi hem çok sakin, hem de çok sinirli hissediyordum. O kadın... Hayır, o cadı... Nedenini bilmiyordum ama beni korkutuyordu, etrafında olmak istemiyordum. Onun yaydığı korkunç his... Gözlerindeki o vahşi bakış... O kadın yalan söylemiyordu ama gerçekleri de anlatmıyordu; kendisini neden benim peşime takılmış halde bulmuştu ya da neden benden, annemden bir şey istiyordu bilmiyordum. Önüme konulan yapbozun parçaları kayıptı, en önemli parçası olan bilgiyi bulamıyordum.
Sabrımın sınırlarına geldiğimi anladığımda ellerimle sıkıca kavradım bankı. “Berrin,” dedim dişlerimin arasından. “Anlatacak mısın artık? O kadın kimdi? Sen kimsin? Ve en önemlisi...” Gözlerimi kapatıp birkaç saniye sakinleşmeyi denedim ama olmayınca mavi gözlerim aniden onun üzerine çullandı. “...ben kimim?”
Arkası dönük duruşu yüzünden gözlerine bakamıyordum, yüzünde yer alan ifadeyi göremiyordum. Sinirlerim bozulmuş bir şekilde sakinleşmeye çalıştım. Berrin arkasını dönmeden, “Periler, cadılar, ırklar.... Hepsi,” dedi kısık seste. “Hepsi biziz. Daha doğrusu hepsi bizdik.” Yavaşça arkasını döndü, kollarını birleştirmiş bana bakıyordu. “Ne bilmek istiyorsun, Damla?”
Kaşlarımı çattım. “Bütün bunlarla annemin alakası ne?” diye sordum aniden, kendime engel olamadan.
“En son sorulacak soruyu, en önce soruyorsun,” dedi gülerek, başı hafif eğilmişti. Güldüğünde gerçekten güzel görünüyordu.
“O zaman...” dedim son kelimeyi uzatarak. Aklıma ilk geleni söyledim: “Seçilmişler kim?”
Berrin derin bir nefes aldı, belki de zor yerden sormuştum. Elleriyle kollarını ovalayarak yanıma oturdu, hemen ona doğru dönerek söyleyeceklerini bekledim. “Seçilmişler biziz,” dedi dikkatle. Kaşlarım daha çok çatıldı.
“Orasını anladım, Berrin. Hepsi biziz. Ya devamı?” Sabırsızlığıma karşı yutkunup göz devirmekle yetindi, zorlandığı her halinden belliydi.
Yutkunarak banka iyice yerleşti. “Seçilmişler, her nesilde seçilen on kişiye ait bir unvan. Bu unvana sahip olanlar özel güçler kazanıyorlar, aynı bir peri gibi. Onlara yarı insan, yarı peri deniyor bu yüzden.” Kolunu banka yaslayarak gözlerini denize çevirdi. “Sen... Ben... Biz, Seçilmişler olarak anılan melezleriz.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Seçilmişler
FantasyBilgeler'in aldığı karar binlerce, belki de yüz binlerce yıl sürecek bir savaş daha başlattı ve onları yarattı: Seçilmişler'i. Güçleri diğerlerini geçen bu melezler kendilerini hiç ummadıkları bir savaşın ortasında bulduklarında her şey için çok geç...