“Tüten bir dumana eşlik eden yapraklar yere düşerken rüzgâr ikisini de savurdu, etrafa dağılan yapraklar savrularak gökyüzüne yükseldi; duman onlara eşlik eden bir melodiydi.”
***
Karanlık is misali bedenime yayılmıştı, sessizce sürüklenişime ayak uyduran hislerim de susmuştu; düşüncelerim buradaydı ama kaybolan zaman algım yüzünden gerçekliği arayıp bulmam imkânsızdı. Gözlerim o beyazlıkta kaybolmak istemediğim için göz kapaklarım örtülüydü, karanlık bedenimi sürükleyen güce kendisini bırakmıştı. Dudaklarımı kıpırdatıp nefes aldığımda ne kadar zaman geçtiğini sorgulayamadan yeri hissettim, toprak zemini; gözlerim aralandığında karşılaştığım görüntüyle kendime gelemedim. Çapları en az iki metre olan, yüksekliklerinin yüz metreye yakın olduğunu tahmin ettiğim ağaçlar hilal şeklinde dizilmişti, aralarında bulunan ufak ağaçlar burayı orman haline getirirken yaprakların arasından süzülen ışık süzmeleri etrafı aydınlatıyordu.
Mavi gözlerim yukarıdan aşağı indiğinde beni karşılayan tek katlı kulübeyle afalladım, gözlerim kısılırken kulübenin girişi olduğunu tahmin ettiğim çift taraflı büyük kapının üzerinde yazan yazıyı okudum. “Cadı’nın Yetimhanesi,” dedim, sesimi duyduktan sonra düşüncemi sesli bir şekilde dile getirdiğimi fark ettim ama bunu önemsemeyen Abebil kolumu bıraktı. Gerçekliğe döndüğümüzü anlarken yan tarafa, arkamıza bakındım. Ormanın çıkışı hilal şeklinde dizilen ağaçların giriş haline getirdiği yerdi ve oradan yansıyan ışık çok güçlü olduğundan ilerisinde bizi bekleyen ne varsa göremiyordum.
Debebil, “Oyalanmayın,” derken kucağında Berrin’in küçük erkek kardeşiyle kulübeye ilerledi. Urin’in rahat bıraktığı Berk ve Berrin’in de benimle aynı tepkileri verdiğini gördüğümde nerede olduğumuzu sorgulayamadan Cadı’nın Yetimhanesi yazan tabelanın altında kapalı duran çift kapıya doğru Debebil’i takip ettim.
“Mucize!” Cebebil’in sesi kulaklarımda yankılanırken kaşlarım çatıldı. “Elisca! Neredesiniz?”
“Tanrım, şu şifacılar,” diyen Ebebil girişe yakın durup ellerini önünde iki yana açarak parmak uçlarında oluşan elektrik akımlarına baktı, alnının yanlarına işaret parmaklarını bastırarak gözlerini kapattı. Dikkatim ondan ayrılmazken gözlerini açtığında mavileri yerine beyaz bir elektrik akımıyla karşılaşmamla ürktüm. Asıl buna Tanrım diye tepki verilmeliydi!
Abebil çift kapıya gidip elini yumruk yaparak vurduğunda, “Yavaş ol!” dedi Cebebil. “Yemin ederim kapıyı üzerimize uçurur! Uçurmakla da kalmaz cenaze, artı dirilme ücretlerini bize kakalar!” Konuştukları şeyleri hiç anlamadığımdan Abebil kapıya tekme attığında korkuyla yerimde sıçradım. Hemen ardından kapı aralandı ve siyah saçları yeni banyodan çıktığını belirtircesine dağınık, siyah gözleri bıkkınla bakan bir kadın iki kapıyı da açarak geri çekildi.
Omuz silkip elini uzatarak sonuca böbürlenen Abebil, “Bu iş böyle yapılır,” dediğinde Cebebil somurttu.
Ebebil, “Siz girin,” dedi bize bakmadan. “Ben Shiro’ya haber veriyorum, birazdan burada olurlar.” Bahsettiği Shiro adındaki kişinin kim olduğunu sorgulayamadan Abebil’in öncülüğünde içeriye girmemizle tuhaf bir görüntü beni karşıladı.
“Elena şu kitaplarını topla buradan!” Siyah saçlı kadın dönüp girişin hemen solunda yer alan odaya baktı, içeride bulunan çocukları gördüğümde gözlerim giderek irileşti. Üzerine koyu mavi bir taytla beyaz gömlek geçirmiş, uzun beyaz saçlarını kulağının arkasına sıkıştırmış, buz mavisi gözleri çok tanıdık gelen kadın öfkeyle siyah saçlı kadına bakıyordu. Kucağında debelenen çocuğu sırayla yerleştirilmiş yataklardan birisine bırakarak tamamen siyah saçlı kadına odaklandı. “Sana diyorum!” diye bağırdığında Elena dediği siyah saçlı kadın üzerine geçirdiği sarı tişörtü çekiştirip altına giydiği siyah şortu düzeltti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Seçilmişler
FantastikBilgeler'in aldığı karar binlerce, belki de yüz binlerce yıl sürecek bir savaş daha başlattı ve onları yarattı: Seçilmişler'i. Güçleri diğerlerini geçen bu melezler kendilerini hiç ummadıkları bir savaşın ortasında bulduklarında her şey için çok geç...