Ağaçların arasındaki yolda motorla ilerlerken esen güzel ilkbahar rüzgarı giysilerimi ve saçlarımı savuşturuyordu. Hatta Yukhei'ye tutunayım ve yolu izleyim derken onun saçları gözüme girmişti. Gözümü tutayım derken de düşüyordum, bunun sonucunda da Yukhei beni tutup motoru yavaşlatmak zorunda kalmıştı.
"Burası iyi gibi." Yukhei konuştuğunda daha yorum yapamadan motoru kenara çekmişti. Bir çocuk parkında durmuştuk, park küçüktü. Kaldırımların etrafı beyaz çiçekli ağaçlar ve yemyeşil çalılıklarla çevreliydi. Piknik masaları ve banklar da vardı. Yani bir eyfel kulesiyle kahvaltı yapmak için ideal bir yer sayılırdı.
Yukhei motoru durdurdu, önce ben yere indim, ardından o indi ve koltuğu kaldırdı. O yemek kutusunu alırken ben de kaskı kafamdan çıkarıp içine bıraktım. Yukhei koltuğu indirdi ve anahtarlarını da alarak etrafına bakındı. Arkasından gelen güneş açık kahverengi saçlarını karamel rengine çevirmişti, aşağıdan yumuşacık duran tutamlar alnına geliyordu. Etrafa gözünü kısarak bakarken sonunda aşağıdan ona baktığımı görmüştü. Evet, aşağıdan. Çünkü boyum 1.63'tü ve onunki 1.85 falan olmalıydı. Boşuna eyfel kulesi demiyordum.
Bu halime güldü ve çok aşağılayıcı bir şey yaptı. Başımın üstünü patpatlayıp bana yukarıdan sırıttı! "Markete gidelim."
Dağılan saçlarımı düzeltirken ve onun peşinden gri kaldırıma çıkarken söylendim: "Param var sanki."
Param yoktu. Aslında yanımda sadece telefonum vardı. Ne dükkanımın anahtarı, ne kulaklığım, ne cüzdanım. Hiçbir şeyim yoktu. Yukhei baltalı bir katil olabilirdi, hâlâ neden ona güvenip Harley Davidson'una atladığımı ve onunla kahvaltı yapmam gerektiğini bilmiyordum. Aslında onun sadece ismini biliyordum. Benden büyük olabilirdi, benden küçük de olabilirdi ki bu ihtimal pek yüksek gelmiyordu çünkü boyuna baktığınızda yıllarca basketbol oynamış gibi duruyordu. Böyle doğmuş da olabilirdi tabii, eğer doğuştansa annesinin karnından benim boyumda çıkmış olması gerekiyordu.
Beraber sıra sıra ağacın dikili olduğu kaldırımda yürürken onun peşinden yürüyordum. Arada uzun bacaklarıyla fazla hızlı gittiğini fark ediyor ve ona yetişmem için yavaşlıyordu. Çok acınası bir durumdaydım.
"Neden benimle kahvaltı yapmak istiyorsun?" Yukhei market kapısını benim için açıp geçmemi beklediğinde sordum. İkimiz de içeriye girdiğimizde omuzlarını silkti.
"Günün en önemli öğününü en güzel şekilde yapmam gerek." Sırıtarak buzluk tarafına ilerlerken arkasından mırıldandım. "Çok cheesysin."
"Hmm, ne içmek istersin?" Yukhei ile yan yana buzluğun önünde dururken önümüzdeki kısıtlı seçeneklere göz attım. Su, kola, fanta ve soğuk kahveden başka bir şey yoktu. Önümdeki fanta kutusuna uzanıp aldım. Yukhei de benim aldığımdan alıp buzluğun kapağını kapattı.
Beraber kasaya ilerlerken ben önde, Yukhei arkamdaydı. Kasaya birkaç adım kala bir şey tişörtümün arkasından beni yakalayıp geriye çekti. Bakmadan sordum: "Ne var Yukhei?"
Büyük ağzıyla 32 diş sırıtıp eline ne ara aldığını anlamadığım cips paketini gözüme soktu. "Cips!"
Bu haline güldüm. "Cips mi istiyorsun?"
"Tabii ki cips istiyorum! Cipse kim hayır diyebilir ki?"
"Haklısın," dedim ve raftan yeşil çeşnili bir paket Lays aldım. İkimiz de gülerek kasaya ilerlerken Yukhei arka cebinden cüzdanını çıkarıp paraları ödedi. Dışarıya çıktık. Ben iki elimle poşetleri taşırken o sadece yemek kutusunu taşımaktan hoşnuttu. Tamam, poşetler ağır falan değildi ama yinede koyuyordu işte. Anlayın biraz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Florist And Tattoo Artist
Fanfic• Yukhei, serseri bir dövmeci. SeoNeul ise onun karşısında çalışan bir çiçekçi. ❝ Hâlâ Green Day tişörtleri giyen serseri bir dövmecinin çiçeklerime attığı lafları zerre kadar umursamıyorum, Wong Yukhei. ❞ © dububaoziㅣwong yukhei [lucas nct] ▪s...