Saat gece 12'ye gelirken benzinlikteki mesaimde, dükkanın içindeydim ve ben deri koltuğun bir ucunda, Mark da diğer ucunda otururken ikimiz de robot gibi telefonlarla uğraşıyorduk. Mesaimiz başladığından beri bir tane araç bile sokağın önünden geçmemişti ki bu tuhaftı, normalde dışarıda bekliyor ve her 10 dakikada bir araç geliyor olurdu. Acaba bilmediğimiz bir yerde yollar mı kapanmıştı?
Mark sonunda bıkkınlıkla telefonunu koltukta aramıza fırlattı. "Sıkıldım!"
"Ben de," dedim telefonumu kilitleyip. Üzerimde koyu lacivert, erkek reyonundan aldığım hoodie, siyah taytım ve beyaz NIKE'larım vardı. Saçımı şıpıdık bir ev topuzu yapmıştım ve her yerinden çıkışmıştı. Ayrıca çalışırken zorunlu olarak giydiğim iş yeleği de beni rahatsız ediyordu.
Mark'ın üzerinde de siyah, paçaları lastikli siyah eşofmanı ve koyu yeşil hoodiesi vardı. Onda da aynı yelekten vardı. Saçları dağınıktı ve yorgun duruyordu. Ona bakmayı bırakıp saate baktım. "Saat daha 12 bile değil."
Mark koltuğa daha çok sinerken çooook uzun bir mırıldanma boğazından yükseldi. Acı çeken deniz aslanı gibiydi ve koltukta giderek gözden kayboluyordu. Bu halini çenemi elime yaslayıp bıkmış bir şekilde izlerken şaşkın değildim. Her zamanki Mark'tı işte. Yine başka bir evrenden pelerinli ve unicornlara binen deniz aslanlarıyla temasa geçmeye çalışıyordu fakat bu da her zamanki gibi koca bir BAŞARISIZLIK ile sonuçlanacaktı, bundan emindim.
İkimizin arasındaki telefon titreyerek çalmaya başladığında Mark hala iniltiler çıkartıyor ve giderek koltuğa yapışıyordu. Ekranda yanıp sönen isme baktım ve Mark'ın omzuna elimin tersiyle çaktım. "Sevgilin arıyor."
Mark önce bana, sonra da ekranda yanıp sönen Patatesim yazısına baktı. Bir salise içinde tüm fizik kurallarını elinin tersiyle itip gömüldüğü koltuktan ayağa kalktı ve telefonu eline alarak dükkanın içinde ilerledi. "Alo? BENİ BURADAN KURTAR!"
Konuşmaları giderek daha az duyulmaya başladığında duvardaki saate baktım. Tam 12'nin üzerinde durmuştu.
Dükkanın kapısının açılma sesini duyduğumda telefonumu yeleğin cebine attım ve ayağa kalktım. "Hoş geldi-"
Oh, Tanrım.
Yukhei üzerinde kırmızı hoodiesi, siyah skinny jean'i ve spor ayakkabılarıyla karşımda dikiliyordu. Karamel rengi saçları alnına dökülüyordu. Küpesi yoktu. Deri ceketi yoktu. Elinde telefonu ve benzinliğin önüne park ettiği Harley Davidson'unun anahtarlarından başka bir şey taşımıyordu. Bana gülümseyerek baktı. "Hayatımdaki favori ikinci kız da buradaymış!"
"Sana da selam." Kasanın başına geçtim. "Benzin mi dolduracaksın yoksa bir şey mi almaya geldin?"
"Evet, seni almaya geldim." Yukhei etrafına bakındı ve telefonla konuşan Mark'ı gördü. "İş arkadaşını yarım saatliğine yalnız bıraksan sorun olmaz herhalde."
"Ne? Tabii ki olur! B-biz çok meşgulüz! Çok kişi geliyor, evet." Ona şaşkınlıkla bakarken Yukhei çoktan Mark'a doğru ilerlemeye başlamıştı. Ne yapacağımı bilemez halde olduğum yerde dikilirken ağzım açık kalmıştı. Yukhei, Mark'ın yanına gittiğinde Mark telefonu kulağından indirdi. Yukhei ona bir şeyler söyledikten sonra Mark başını salladı. Yukhei bana doğru gelirken Mark bana baş parmağını kaldırarak baktı, ardından telefon konuşmasına geri döndü.
Yukhei gülümsedi. "Sorun yokmuş, zaten tüm gün kimse gelmemiş. Hiç meşgul değilmişsiniz. Gidelim mi?"
Lanet olsun Mark.
Otomata ilerledi ve iki tane soğuk kahve almak için cebinden çıkardığı bozukluğu attı. Kahveleri otomatın altındaki bölümden alıp bana döndüğünde yeleğimi çıkardım ve telefonum elimde bir şekilde yanına ilerledim. Bana kahvenin birini uzattı, soğuk tenekeyi aldım ve birlikte dükkandan çıktık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Florist And Tattoo Artist
Hayran Kurgu• Yukhei, serseri bir dövmeci. SeoNeul ise onun karşısında çalışan bir çiçekçi. ❝ Hâlâ Green Day tişörtleri giyen serseri bir dövmecinin çiçeklerime attığı lafları zerre kadar umursamıyorum, Wong Yukhei. ❞ © dububaoziㅣwong yukhei [lucas nct] ▪s...