Yutkunarak, içeriye atmakta olduğum adımlarımı durdurdum.
Tüm askeriyeye yaymış mıydı bir de?
Komutan Kim, gözleri hala benim üzerimdeyken kafasını hafifçe aşağı yukarı salladı.
Kafamı önüme eğerek, onlara doğru ilerledim.
"Buyurun, efendim." Elimdeki tepsiyi masasında yer açarak önüne koyduğumda nedense geri çekilmemiş, hatta sanki bana buraya geldiğimden beri bir pislikmişim gibi davranan kendisi değilmişçesin bana doğru eğilmişti.
Ama ben hemen onunla aramızdaki mesafeyi arttırarak geri çekilip, masasının önüne doğru ilerledim ve tam başımla selam vereceğim sırada, tepside olan bakışlarını bana doğru çevirdi.
"Tuz yok." Soğuk ve sert sesiyle konuştuğunda ben de bakışlarımı ondan tepsisine kaydırdım.
Kocaman, demir tuzluğu göremiyor muydu yani?
"Burada, efendim." Yanına giderek, tuzluğu önüne doğru ittirdim.
Yavaş yavaş sinirlenmeye başlıyordum.
"Ben, demir tuzluk kullanmam." Kalp atışlarım, bozulmuş sinirlerimle daha çok sıklaşırken, Tanrı'dan sadece bu olanların bir kabus olmasını diledim.
Demir tuzluğun içine tuz koyulmuyor muydu sanki?
"Efendim, yemekhanede demir tuzluk dışında başka tuzluk yok zaten." İstifini bozmadan yüzüme bir süre baktıktan sonra bağırdı.
"Nöbetçi!"
Anında tıklanıp, açılan kapıyla içeri şapkası yamulmuş bir asker girdi.
"Aşçıya benim tuzluğumun nasıl olduğunu sor ve tuzluğu almadan geri gel." Asker, hızla başını sallayarak, aceleyle asker selamı verip, kapıyı kapattı.
Komutan Kim de sanki ben orada yokmuşum gibi, benim de varlığını unutmuş olduğum askere döndü.
"Sonra asker gecesinde bunlar şımarmaya başladığında aldım birinin elinden mızıkayı, bak adamlar mızıka getirmişler ya!" Birden bastığı kahkahayla yerimden zıpladım.
Beyaz dişleri ortaya çıkmış, yüzü kızarmaya başlamıştı.
İtiraf edeyim, sevimli görünüyordu.
Öbür asker de gülmeye başlayınca bu rahatlığın nereden geldiğini merak ettim.
Biraz susup, sakinleştiğinde sonra tekrar zar zor konuşup, yine gülmeye başladı.
"Dedim, sizi bu mızıka gibi delik deşik ederim."
Baş ve işaret parmağını birleştirip, yuvarlak yaptı ve daha çok gülmeye başladı.
Öbür asker de artık karnını tutmaya başlamıştı.
Cidden sabah sabah bu kadar gülünecek ne vardı?
Bu sefer eliyle masaya vurmaya başladı ama ortada gülünecek bir durum yoktu.
Beni sadece Komutan Kim'in gerçek yüzünü görmek mutlu etmişti.
Aniden susup, bana bakana kadar ben de, güldüğümün farkında değildim.
Bir suç işlemişim gibi başımı biraz eğip, diyeceği kalp kırıcı şeyleri beklemeye başladım.
Ama buna neyse ki, tıklanan kapı engel olmuştu.
İçeri daha yeniki asker girip, asker selamı verdi ve nefes nefese konuşmaya başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
General
FanfictionBaşına onca şey gelen Park Jaehyun'un, zor durumda kaldığında kendisine el uzatan adamla yaşayacağı klasiklerden uzak bir hayatı vardı. Kim Seokjin'in ise Jaehyun'u tanıyana kadar normal bir hayatı. "Askerler zaten her şeyi yanlış sanarlar. Mesela s...