VIII/canımı acıtmayan birisi

4.8K 465 141
                                    

İnsan olmanın bir parçası,
Acıyı hissetmek.
Korkma,
Aç kendini acıya.

*

"İçeri girmeyecek misin?" Elleri kapının kolunda, sırtı bana dönüktü. Kafasını yapabildiği kadar çevirmiş dudaklarına sinen hafif bir gülümsemeyle bana bakmaya çalışıyordu.

"Eve gitsem daha iyi olacaktı aslında." Dudaklarının arasından bir ses çıktı. Büyük ihtimalle bunu beni kınamak için yapmıştı.

"Bunun için oldukça geç kaldın. Hem güneş batmak üzere, bu vakitlerde manzara çok güzel olur." Kararsızca yüzüne bakmaya devam ettiğimde kapının kolunu bıraktı ve tamamen bana döndü. Dudaklarını birbirine bastırmıştı.

"Hadi ama, bir kahveye daha midende yer vardır bence. Hatta istersen yemek bile yiyebiliriz." Kafamı iki yana sallayarak tırnaklarımla oynamaya başladım.

"Aç hissetmiyorum." Kafasını sağa eğerek gözleri kısıldı, gülümsedi. Ağzımı ne için açtığımı unutmuştum bile. Çok güzel gülümsüyordu. Şu bir haftada kaç kere tekrarlamıştım bu cümleyi ve kaç kere daha tekrarlayacaktım?

"Bu kabul ettiğin anlamına geliyor öyleyse." Açılan dudaklarımı birbirine bastırdım ve git gide büyüyen gülümsemesine karşı sessiz kaldım.

"Geç, hadi." Kapıyı araladı ve eşiğe yaslanarak bekledi. Bir adım attım ona doğru fakat bu oldukça tereddüt doluydu. Kafasını kapıya doğru eğdi. Kirpiklerinin ardından bana bakıyor oluşunu gözardı edemezdim. Bir adım daha attım ve ona oldukça yakın bir pozisyon aldım.

"Çok az oturacağım." İşaret ve baş parmağımın arasındaki mesafeye vurgu yaparak yanından geçtim. Tok sesli kıkırtısı kulağıma dolduğunda kokusu burnuma ulaşacak kadar yakındı. İstemsizce derin bir nefes aldım vücuduma sinen ürpertiye alışmış bir şekilde. Kokusu oldukça farklıydı. Bugüne kadar soluduğum tüm mevsimlerden, tüm çiçeklerden, baharatlardan farklıydı. Adını koyamadığım yeni bir mevsim gibiydi kokusu. Her şeyden biraz, en çokta kendinden büyük bir parça taşıyor gibiydi. Ciğerlerim bu kokuya çok çabuk alışmış gibiydi, burnumu yeni bir nefes için yokladı. Fakat ben çoktan onun yanından geçip gitmiş şimdi yeni bir kokuyu soluyordum.

İçeriyi hızla süzdüm, toprak kokusu soluk boruma sinerken. Geniş holün ortasında duran ve yukarı tırmanan tahta merdivenleri gördüm önce. Duvar diplerine, merdiven basamaklarına, tavandan yere uzanan pencerelerin yanına yerleştirilen büyük saksı çiçeklerine takıldı gözlerim uzunca bir süre. Hazır pencereye uğramışken, bir de orada oyalandım. Perde yoktu, tül veya gölgelik yoktu, balkon yoktu. Sadece bulunduğu yükseklikten birkaç bitişik, eski binaya bakıyordu. Manzara bu muydu, diye düşünemeden edemedim. Tavanda büyük bir esinti yapan pervaneye, pervanenin yanlarına yerleştirilen iki küçük sade avizelere, ahşap duvarlara sabitlenen saksıların yanında duran kitaplıktaki eski kaplama kitaplara baktım. Arkamdaki kapı kapandı, iki adım atıldı ve muhtemelen hemen arkamda durdu, Jungkook.

"Beğendin mi?" Sesi tahmin ettiğimden daha yakındı. Sol kulağımın tam arkasında, saçlarımı küçük bir hareketliliğe sokacak kadar... Kulağıma eğilip eğilmediğinden emin olamamışken kafamı aşağı yukarı salladım.

"Evet." Diye fısıldadım ona dönmeden.

"Öyleyse bir de yukarı görmelisin." Yanıma gelmeye gerek duymadan bileğimi kavradı, beni merdivenlere çekti.

"Önden geç, merdivenler bazen kaygan olabiliyor." İnceliğine karşı küçük bir kalp çarpıntısı yaşadım, bilmiyorum belki de onu her gördüğümde olandı bu. Oldukça tanıdıktı, bu içime hiç hoş olmayan soru işaretleri yerleştirdi. Yine sessiz kalarak bileğimi bırakışına, sırtıma destek için koyulan eline şahit oldum ilk basamağı çıktığımda. Hareketlerim oldukça yavaştı. Fakat bunun bana merdivenlerin kaygan olabileceğini söylediğinden mi, yoksa onun yanında nasıl davranacağımı bilmediğimden mi kaynaklandığını bilmiyordum.

elysian ¦ jeon jungkookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin