"Kalbin kırıldıysa,
Ve bırakıp gittiyse seni,
Ona yetip yetmediğini,
Sorgulama.
Aslında,
Öyle çok yettin ki,
Taşıyamaz oldu seni."*
alec benjamin - let me down slowly
*
Bazı durumların kişiyi rahatsız etmesi için çok olağan dışı şeylerin olmasına gerek yoktu. Yazın güneş gözlüksüz dışarı çıkmaktan rahatsız olabilirdi, kışın şemsiye kullanmaktan, kaşındırıcı yünlü bereler takmaktan, soğuk kahve içmekten rahatsız olabilirdi. Her gün dışarı çıkmadan önce kendisine baktığı aynada gördüğü bir lekeden rahatsız olabilirdi ya da ütülü kıyafetlerden... En yakın arkadaşının gereksiz yakınmalarından, sevgilisinin aşırı ilgisinden, anne ve babasından... Bazen hiç tanımadığı bir insanın gözlerinin içine bakmaktan...
Hayır, hiç tanımadığı iki insanın gözlerinin içine bakmaktan...
Sert bir yutkunuşla birlikte elimi Jungkook'un sıkı sıkıya kavradığı elinden kurtarmanın iyi olacağını düşünmüştüm. Bunun için hareketlendiğim esnada parmaklarımın birbirine sıkışması yüzünden başarısız bir girişim olarak geçmişe karışacaktı fakat yine de bunu yapmak istediğim için memnun değildim. Görünüşe göre Jungkook'da değildi ki elimi bırakmamak için sıkmak zorunda kalmıştı. Bunu bilinçli yaptığını düşünmüyordum, yalnızca gergindi. Tanrım, anne ve babasının yanında gergindi. Bir insanın yanında en yakın olması gerektiği kişilerin yanında öyle bir gerilmişti ki, tüm vücudunun bir put kesildiğine neredeyse adım kadar emindim.
Fakat ona hak veriyordum, ona kesinlikle daha şimdiden hak veriyordum. İkisi de son derece şık ve resmi giyimli iki insandı. Alımlı bir annesi ve genç görünen bir babası vardı. Tanrım, tıpkı babasıydı. İri ve büyük gözleri, çıkık elmacık kemikleri, yüzüne oranla bir tık büyük görünen düzgün burnu, muntazam çenesi ve gür saçlarıyla... Tıpkı babasına benziyordu. İleride Jungkook'un da böyle görüneceğini düşünmek beni heyecanlandırsa da bakışlarım babasına oranla çok daha soğuk duran annesine kaydı. Kafasındaki siyah fötr şapkasıyla son derece asil duruyordu, kısa kollu belden oturtmalı, dantel işlemeli beyaz bir elbise giyiyordu. Seul'ün bunca telaşına ve bozuk kaldırım taşlarına rağmen kısa fakat ince topuklu, şapkasıyla uyumlu siyah bir çift ayakkabı giymişti. Siyah el çantasını koltuk altında taşırken diğer koluyla eşinin koluna girmiş, benim onu incelediğimden daha kabaca beni inceliyordu. Tanrı affetsin fakat dikizliyordu demem daha doğru kaçardı. Daha önce hiç bu kadar rahatsız edici bakışlar almamıştım ve bu, tıpkı Jungkook gibi anında gerilmemi sağladı.
O an ne yaparsam yapayım karşımdaki bu iki katı ebeveyne yaranamayacağımı anladığımdan nasıl rahat olacaksam öyle davranmaya karar verdim. Boşta kalan elimi de uzatıp Jungkook'un sıcak bileğine doladım ve yumuşak yüzeyini okşadım. Jungkook beklediği desteği bulmuş gibi sıkıca tuttuğu elimi biraz serbest bıraktı.
"Anne, baba." Jungkook'un sesi beklediğimden daha tok ve kendinden emin çıktı. Sonunda o an, annesinin bakışları benim üzerimden oğluna döndü. Sarılmadılar ya da herhangi bir yaklaşımda bulunmadılar. Ailesiyle arası düşündüğümden de kötü olmalıydı. Üstelik bildiğim kadarıyla Oslo'da yaşıyorlardı, yani Jungkook yakın bir zamanda onları ziyaret etmediyse uzun süredir görüşmüyor olmalıydılar. Ve şu an karşılarında gerginlikten bitap düşen oğulları, tek çocuklarıydı. Tanrım, çok tuhaflardı. Benim de ailemle aramın çok iyi olduğu söylenemezdi fakat yine de bir kucaklaşma adına benim için hep orada olurlardı. İçim cız etti ve o an orada, karşımdaki bu iki insanı boş verip Jungkook'a sıkı bir kucaklama vermek istedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
elysian ¦ jeon jungkook
Fanfiction"Werther öldü, fakat acısı hâlâ benimle." 09.06.18/09.06.19