"Onu bir kez, yalnızca bir kez yüreğime bastırabilsem, o boşluk dolardı."
*
Elimi iki gündür yıkanamadığım için yağlanmaya başlayan saçlarımın arasından geçirdim ve listedeki adreslere bir daha göz gezdirdim.
"Ne yapacağım ben?" Kendi kendime konuşmanın bir faydası yoktu, bunu en iyi yalnız kaldığım gecelerde boş duvarlarla dertleşirken öğrenmiştim. Fakat bir yol bulmam gerekiyordu. Artık o yolda ilerlemem, takılacaksam takılmam, düşeceksem de düşüp bir an önce ayağa kalkmam gerekiyordu. Kısacası zorlu da olsa düzenli bir hayata ihtiyacım vardı.
Listenin en başındaki adresi elimdeki kalemle karaladım.
"Sen eve çok uzaksın. Oraya gelene kadar maaşımın yarısı benzine gider zaten." Daha sonra durakladım.
"Ama şartların da çok iyi." Oflayarak kalemi dağınık sehpaya fırlattım ve arkamı kanepeme yasladım. Yerde bağdaş kurmaktan bacaklarım uyuşmuştu. Hava kararmak üzereydi ve acıkmıştım. Büyük ihtimalle buzdolabım bomboştu, pişirecek herhangi bir şeyim de yoktu. Karnım her ne kadar aç olsa da bir şey yemek istemiyordum.
Yerde, yanımda olan telefonumu elime aldım. Sessizde olduğundan arama ve mesajları görmemiştim. On tane cevapsız çağrım vardı. Bunların ikisi annem, dördü Yunhee'den, geriye kalan dördü de Jungkook'tandı. Gelen mesajları es geçerek Yunhee'nin üzerine bastım ve onu aramayı tercih ettim. İkinci çalışta telefonumu açtı.
"Dae! Nerelerdesin kızım sen!" Olduğundan fazla ve sitemkar çıkan sesine gözlerimi devirdim ve dizlerimin üzerinde doğrularak geriye, kanepemin üzerine oturdum.
"Evde." Yunhee bana yenide cevap verene kadar birkaç saniye geçti. Ya bana çok sinirliydi ya da benim için çok endişeli.
"Neyin var senin? Hiç sesin çıkmıyor, aramıyorsun da."
"Daha iki gün önce telefonda konuştuk, Yun." Anında itirazı yükseldi.
"İyi de üç haftadır görüşmüyoruz da. Seni özledim." Derin bir iç çektim ve etrafa bakındım.
"Şu anda saat kaç?" Yunhee önce anlamadığını belirten birkaç homurtu çıkardı.
"Öğleden sonra altı, ne yapacaksın saati?" Sehpanın üzerindeki kağıtları ayağımla iteleyerek yere düşmesini sağladım.
"Bana gelsene."
"Ne?"
"Beni özlediğini söyledin, gel işte. Yemek falan yaparız, bir şeyler içer dertleşiriz. Ama bir saat sonra falan çık evden. Evi toparlayıp, duş alıp, markete gitmem gerek." Yunhee'nin tatlı kıkırtısı kulağıma doldu.
"Müsait olduğumu nereden biliyorsun?"
"Sen ne zaman beni özlediğini söylesen peşine buluşalım dersin, yeme beni." Bu sefer kahkaha attı, küçük seslerle ona eşlik ettim. Keyfim şimdiden yerine gelmişti bile.
"Beni böyle tanımandan nefret ediyorum. Neyse bir saate evden çıkarım bebek, görüşürüz."
"Görüşürüz." Diyerek telefonu kapadım ve etraftaki dağınıklığa göz gezdirerek yine ve yeniden ofladım.
*
"Resmen saçları dökülmüş inanabiliyor musun? Saç ektirmeyi düşünüyormuş." İkimizin de gürültülü kahkahası daireyi doldururken kadehteki kırmızı şarabımdan bir yudum daha aldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
elysian ¦ jeon jungkook
Fanfiction"Werther öldü, fakat acısı hâlâ benimle." 09.06.18/09.06.19