"Şimdi beni bir uçurumdan aşağı atsan,
Düşene kadar aklımdaki tek şey
Sırtıma değen ellerin olurdu."*
Hayallerimin bir sınırı varken, ellerim mutfak tezgahına değmezken daha, pembe parlak ayakkabılarımın bağcıklarını babama bağlatırken, önüme konulan yemeği benim için küçük parçalara ayırmasını isterken annemden, küçük bir çocuktum. Sevmeyi kocaman, sevebilmek için ise küçücük olduğumu düşünürdüm. Öylesine küçüktüm ki, kaç yaşında olduğumu bile anımsamak aklımın köşesinden bile geçmiyordu. Fakat önemli değildi, ailem benimleydi.
Hayal kırıklıklarımın ucu bucağı ellerimin arasındayken, odamın duvarlarına poster asmama izin yokken daha, babamdan benim için proje ödevimi yapmasını isterken, anneme bir bardak daha elmalı meyve suyu için yalvarırken ayaklarım yere basıyordu elbette. Çocuktum, fakat çok değil. Büyüyordum, büyümekten nefret ettiğim yıllar değildi henüz. Tezgahlar yakındı, bağcıklar gözüme o kadar da karışık görünmüyordu ve bıçak kullanmayı öğrenmiştim. Her işimi kendimi yapmayı öğrenmemi öğütlüyordu herkes, üzülürdüm. Fakat önemli değildi, ailem benimleydi.
İlk gerçek acımı büyükannemi kaybettiğimde hissederken, insanların omzumu okşayıp güçlü durmamı söylemelerini dinlemekten bıkmışken, babamın artık çevremde çok da fazla dolanmadığını anladığımda, gözyaşlarımı silmek için daima gölgesini arkamda hissettiğim annemin kendi gözyaşlarını silmekle meşgul olduğunu gördüğümde biliyordum. Biliyordum, ilk acım ruhuma bir defa teneffüs etti mi, yaşım kaç olursa olsun büyümüş olurdum. Tek başımayken iyi olduğumu söylemeyi ezberlemiştim. Acı önemli değildi, ailemin benimle olduğunu bilmem yeterliydi. Fakat emin değildim, ailem benimle miydi?
Tüm bu kalabalığın ortasında koca bir yalnızlıkla baş başa olduğumu anladığımda, baş ucumdaki gece lambasının yokluğunu hissettiğimde, karanlıkta uyumaya mecbur edildiğimi bildiğimde, artık yeterince odama uğramayan ve bana iyi geceler dilemeyen babamı özler hale geldiğimde, yakın bir zamanda benden daima en uzak köşeye oturan annemi gülümserken görmeyi umarken, nefret etmiştim. Büyüdüğüm için kendimden, büyüttükleri için ailemden, büyümek adını alan bu üç heceli kelimeden nefret etmiştim. Üç hecesi hayatımı dört parçaya ayırırken, beşincisinin bir garantisi bile yokken aldığım her nefeste bir sonraki günün doğumunu yatağımda tek başıma izlemekten nefret etmiştim. Ailem benimle değildi.
Şimdi buradaydım, tek başıma ve yorgun. Hislerimle yaşamayı, korkularımla uyumayı, büyüdüğümü kabullenmeyi öğrenmiştim. Baş ucumdaki gece lambasının yokluğunu hissettirdiği ilk karanlık gecede anlamıştım hemde. Çok mu geç kalmıştım tüm her şey için? Hayatın tüm bu karmaşık sarmalında sendelemeden bir oraya bir buraya giderken, her düştüğümde yaralarımı umursamamayı öğrenmek için çok mu geçti? Tüm herkes neredeydi ki? Boyumu aşan o tezgahlar, ayakkabı bağcıkları, çatal ve bıçaklar, büyükannem, gece lambam neredeydi? Mevsim ne olursa olsun kucağı daima sıcacık olan babam, yaşım kaç olursa olsun beni hep aynı seveceğini söyleyen annem neredeydi? Ah zavallı ben, ailem neredeydi benim?
"Daeyang." Gözlerim ve zihnim odağını kaybettiğinde onun beni çoktan sersemleten sesine odaklanmıştım bile. Birden bire derin sessizliğe alışmış olacaktım ki, irkildim.
"Korkma, benim." Elleri, sıcacık elleri, omuzlarımı kavradı ve yüzüme şefkatle baktı. Yutkundum ve gözlerimi çektim gözlerinden ürkekçe. Daha fazla alaşağı edilmek istemiyordum, bu kadar yıkım yeterliydi.
"Bir şeyler yemek ister misin?" Kafamı iki yana sallarken ağır ağır, yanımdaki boşluğa oturdu usulca. Elleri hâlâ az önceki yerindeydi, üşümüştüm birden bire. Sıcak elleri tenime bir kumaş üzerinden temas etmiş bile olsa, üşümüştüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
elysian ¦ jeon jungkook
Fanfiction"Werther öldü, fakat acısı hâlâ benimle." 09.06.18/09.06.19