"Kaç bin yıllık hasretimin koncası, Gözlerinden,
Gözlerinden öperim,
Bir umudum sende,
Anlıyor musun?"*
paramore - hate to see your heart break
*
Kendi varlığımı belirli bir kalıba sokmayı bırakalı çok oluyordu. Elbette kendimi tanımlayacak en iyi cümlelere sahip değildim, elbette bu yaşımda bile kendimi tam anlamıyla bildiğimi iddia edemezdim. Yalnızca kim olmadığımı, nelerden hoşlanmadığımı ve bundan sonraki hayatımda ne yapmak istemediğimi biliyordum. Elimdeki bu birkaç şeyle çok da zorlanmazdım yaşarken. Kollarım dolu olmasa da sahip olduklarımla, olur da hayatıma bir anda biri çıkarsa diye iki yana savrulurcasına boş olmaları benim için bir kayıp değildi; bir kazanç olmalıydı.
Olmuştu da.
Birkaç ay öncesine kadar neyden ibaret olduğunu bilmediğim hayatım, şimdi hayatımın her bir karesini dolduran nahif bir adamın kollarını tüm çevremde hissetmemi sağlayarak geçip gidiyordu. Sağlam bir karakterim, güçlü bir ruhum yoktu. Onun var mıydı ki? Jungkook göründüğü kadar heybetli miydi? Onun asla taş kalpli biri olduğunu düşünmemiştim, aksine kırgın biri olduğu parmak uçlarından bile belliydi. Fakat bu kadar hassas olması beklemediğim bir şeydi. Bu kadar kendini kaybetmeye meyilli oluşu beni korkutuyordu. Ya bu ilk değilse, deyip duruyordum saatlerdir. Ya bu ilk olmadığı gibi son değilse?
Saatlerdir düşünüyordum. Güneş doğalı çok oluyordu, saat sabah vakitlerini çoktan geçmiş olmalıydı. On bir, belki on iki? Hiçbir fikrim yoktu. Göz kapaklarım tüm gece uyumamış olmamın getirisiyle tonlarca ağırlığı taşıyor gibiydi fakat yine de kendimi uyuyabilecek kadar rahat hissetmiyordum. Diken üstündeydim. Karşımda, her şeyden habersiz ve son derece huzurlu görünen bu güzel adam deliksiz bir uykunun kollarında, yastığıma sarılmış dudakları aralık bir şekilde yüzüstü uyuyordu. Onu ilk defa bu kadar izleme fırsatı bulmuştum, onun hakkında ilk defa bu kadar çok düşünme fırsatı bulmuştum.
Jungkook kimdi? Jungkook benim için doğru kişi miydi? Jungkook benim onu sevdiğim kadar seviyor muydu beni?
Kafamı kemiren sorularla birlikte sabahı sabah ederken epey vaktim olmuştu. Kollarıma atılıp kendini kaybedip sayıklamasının ardından güç bela onu odama getirdiğimden beri yatıyordu neredeyse hareketsiz. İlk önce epey gözyaşı dökmüştü, anlamsız mırıltılar çıkararak koluma sarılmış gitmemem için yalvarıyordu kısık sesiyle. Saçlarını okşayıp onu gitmeyeceğime inandırdığım anda kendini uykunun kollarına bırakmıştı. O zamandan beri de uyuyordu. Oldukça hırpalanmış olmalıydı. Aslında yapacak epey işim vardı. Fakat olur da uyanırsa, uyandığında beni göremediğinde ürkerse diye yanından ayrılamıyordum. Endişelerim beni hiç bırakmıyordu.
Sabahın ilk ışıkları odaya dolana kadar birkaç saat içinde onun hayatının bir parçası haline gelen o kitabı sonunda bitirebilmiştim. Onun bu hale gelmesinin kilit anahtarı o kitapmış gibi hissetmiş, zaten bir kısmını okuduğumdan bitirene kadar elimden bırakamamıştım. Bitirdiğimde ise ne düşüneceğimi bilemeden öylece onun solgun yüzüne bakıp düşüncelere dalmıştım. Yalnızca yarım saat sonra güneş tam anlamıyla doğmuştu, Jungkook birkaç kere ağzını şapırdatıp uyumaya devam ettiğinde mutfağa gidip kendime bir bardak su almış ve yatağa geri gelip onun o güzel çehresini, korkularından uzak olduğundan sakince dinlenen kaşları ve alnını, titreşen kirpiklerini sarmalayan kapalı göz kapaklarını, ışıktan dolayı yüzeyi hafifçe parlayan tatlı burnunu ve aralık dudaklarını seyre dalmışken dipleri terden sertleşmiş saçlarını okşamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
elysian ¦ jeon jungkook
Fanfiction"Werther öldü, fakat acısı hâlâ benimle." 09.06.18/09.06.19