Muhittin Taylan adını bilir misiniz? Bilmezsiniz. Oysa bir ara az kalsın cumhurbaşkanı olacaktı... Anayasa Mahkemesi başkanıydı. Ecevit "Ecevitliğini" yapmış, onu Çankaya'ya düşünmüştü. (Daha sonra bu özlemini Ahmet Necdet Sezer'le giderdi.)
Ailesine haber gitti, çok heyecanlandılar, hazırlıklara başladılar, sonra Fahri Korutürk isminde karar kılındı, Taylan "kısa bir ara" sevindiğiyle kaldı. ("Teselli mükafatı" olarak CHP'den senatör yaptılar.) Ay siz şimdi Faruk Gürler'i de hatırlamazsınız.
12 Mart cuntasının ikinci adamı.
Cumhurbaşkanı olacağına kesin gözüyle bakılıyordu, oylamanın yapılacağı gün generaller meclisin seyirci localarını doldurmuşlar, "ağırlıklarını" koymuşlardı...
Demirel kedi olalı bir kuş tuttu, karşı çıktı, direndi. Gürler seçilemedi. Politikacılar, darbeci bir general yerine "suya sabuna dokunmayan bir amirali" tercih etmişlerdi... Karacı yerine "daha ilerici" olduğu varsayılan denizci gelmişti. (Rakıyı sevdikleri söylenir ya, o zaman daha ilerici sayılıyorlar.)
Bir süre sonra yüreğine indi, Gürler gürledi gitti. Allah, Çankaya hevesleri kursaklarında kalan Haşim Kılıç ile Metin Feyzioğlu'na uzun ömür versin, bu tür bir felaketten korkarım.
Vallahi İhsanoğlu'na da versin.
Daha 11 Ağustos Pazartesi sabahından başlayarak hızla unutulacaktır. 2014 yılının sıcak yaz ayları hafızasında pek de hoş olmayan kısa bir dönemcik olarak kalacaktır. Başından reddedememiş, "beni böyle saçma sapan işlere karıştırmayın, kaybedileceği önceden belli savaşlara sokmayın" diyememiş olduğu için de üzülecektir.
"Ekmek için Ekmeleddin" gibi çemiş sloganlar da muhalif gazetecilerin zırva köşelerinde kaybolup gidecektir. Ahmaklığın daniskasına aslında çok bozuldular ama belli etmemeye çalışıyorlar. Yok daha neler: Yarım ekmek arası Ekmel, ama içini çıkarın!
Tabii siz şimdi Ali Fuad Başgil'i de bilemeyeceksiniz, profesör olmasına profesördü, tek hatası 27 Mayıs darbesiyle "memlekete demokrasi geldiğini" sanmak oldu...
1961 seçimlerinden sonra cumhurbaşkanlığına aday olmak istedi, tabanca çektiler, vazgeçirdiler. Ortada bir cunta varsa, cumhurbaşkanı da elbette o cuntanın başına kendi haberi bile olmadan geçirilmiş azıcık saf, pek babacan bir "tonton paşa" olurdu...
Sorun bakalım Amerikalılar'a, Adlai Stevenson, Thomas Dewey, daha yenilerden Barry Goldwater, George McGovern, Hubert Humphrey, Walter Mondale gibi isimleri hatırlıyorlar mı? Hepsi de pek iddialı adaylardı Beyaz Saray'a.
Hele hele Alfred Smith, Alfred Landon, James Middleton, Rufus King gibi isimleri meslekten siyaset bilimcileri bile ha deyince sayamazlar.
Kaybeden unutulur gider. Belki de Kılıçdaroğlu bu "ekmek arası Ekmeleddin"i teselli mükafatı olarak kontenjandan milletvekili yapar, yirmi yıldır sesi soluğu çıkmayan, ara ki bulasın Nurettin Sözen gibi.
İsmini de "yumuşatırlar", Ekmelettin yaparlar.
Ekmek için Ekmeleddin, Kürt böreği için Selahaddin, hadi afiyet olsun.