'' SÜRPRİZ ''
Yalnızdım.
Yine ve daima.
Kendimi yine yapayalnız, terk edilmiş hissediyordum ve artık bunun bir sonu da yoktu. Saatlerdir kış bahçesinde hiçbir şey yapmadan öylece oturuyordum. Kimseyle konuşmak, soracakları anlamsız soruları cevaplamak istemiyordum. Zaten bugün olanları düşünmeye çalıştığımda saniyeler içinde düşünmekten vazgeçip, sigara içiyordum. Tekrar düşünmeye karar verdiğimde yine sigara içiyordum. Bu durum sonsuz bir döngüye girdiğinde oturduğum koltuktan kalkıp, parmaklarımın arasındaki sigarayı masanın üzerindeki küllüğe bastırdım. Bu içtiğim kaçıncı sigaraydı, bilmiyordum.
Galiba ben bir şeylere karar vermek için hep acele ediyordum ama bu gün bir şeylere karar vermek, kesin cevaplarla olayı dizginlemek çok daha zor bir hale gelmişti. Önce tüm acımasızlığımla terk etmiş, sonra da büyük bir acımasızlıkla terk edilmiştim. Yine ve tekrar. Benim artık buna alışmış olmam gerekiyordu ama terk edilmek alışılabilecek bir şey miydi? Hiç sanmıyordum. Evin salondan bahçeye açılan cam kapısını yavaşça itip, salona girdiğimde Defne oturduğu koltukta hafifçe sıçramıştı. Bende birden onu görünce ürksem de onu daha fazla korkutmamak için mecburen gülümsedim.
'' Vera? Neden kapıdan gelmiyorsun? Ödümü koparttın. '' dedi, panikle. Hızlıca oturduğu tek kişilik koltukta kalktığında bende biraz önce açtığım cam kapıyı yavaşça kapatmıştım. Salonda kimse yoktu. Defne'nin önündeki küçük sehpanın üzerinde de büyük bir tabak duruyordu. Gözlerim tekrar Defne'yle birleştiğinde tüm içtenliğiyle gülümsemişti.
'' Aç mısın? Soslu makarna yapmıştım. '' dedi yumuşacık bir sesle. Muhtemelen soslu makarna bu akşam Yiğit'in özel isteği üzerine yapılmıştı ama bunu şu anda konu haline getirmeyecektim. Başımda yeterince dert vardı, bir de Defne'nin platonik aşkı için yaptığı jestleri konuşamazdım.
'' Açım ama önce elimi, yüzümü yıkamam gerekiyor. '' dedim. Sesim fısıltı gibi çıkmıştı. Kendimi çok yorgun ve bitmiş hissediyordum.
'' Tamam. Bende sen gelene kadar makarnanı koyayım. Hem belki biraz konuşuruz. '' dedi, mahcup bir tavırla. Söylediğini başımla onaylayıp, küçük adımlarla banyoya doğru yürümeye başladım. Dünden sonra bana karşı kendini hala mahcup hissediyordu. Bunun farkındaydım ama bende ona şu anda bu mahcubiyetini giderebilecek bir şey söyleyemezdim. Ben Defne'yi dinlemiştim. Anlıyordum da ama o kadardı. Defne benim arkadaşımdı ve bana yaptığı şey sebebi ne olursa olsun kabul edilemez bir şeydi. Ya da ona çok güvendiğim için bana bu kadar çok dokunmuştu, bilmiyordum.
Banyoya girdiğimde avuçlarımı mermerin üzerine bastırıp, derin ve sesli bir nefes aldım. Dün sabah sürdüğüm rimelimden kalan tek iz, gözlerimin altındaki siyah ince çizgilerdi. Saçlarım dağılmış, üzerimdeki gömleğim kırışmıştı. İlk önce suyu avcuma doldurup, yüzümü yıkadım. Sonra da saçımdaki tokayı çıkartıp, saçlarımı omuzlarımın üzerine saldım. Saçlarım uzun olduğu için topluyken rahat ediyordum ama uzun süre toplu tutunca da başımı ağrıtıyorlardı. Defne içeriden bana seslendiğinde tokamı bileğime takıp, banyodan çıktım.
'' Defne üzerimi değiştirip, geliyorum. '' diye bağırdım, salona doğru. Defne'nin söylediğimi onaylamasını beklemeden kendi odama girdiğimde evde kimsenin olmadığına da emin olmuştum. O kadar ses yapmıştım. Eğer şimdi evde olsalardı onlarda bir şey söylerlerdi diye düşünüyordum. Üzerimdekileri çıkartıp, elime ilk gelen pijamayı giydiğimde hızlıca Defne'nin yanına, salona geri döndüm.
'' Yiğit nerede? '' dedim Defne'nin karşısındaki tekli koltuğa otururken. Defne'nin yüzüne saniyeler içinde yayılan gülümseme benim içime çektiğim nefesin ciğerlerimde sıkışmasına sebep olmuştu. Yiğit'e duyduğu sevgi benim canımı her defasında yakıyordu ve bununla nasıl baş edeceğime dair hiçbir fikrim yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAPRAK
Tiểu Thuyết ChungUzunca bir dalda tomurcuklanıp; tek başına yeşeren ve hep öyle kalan yeşil, küçük bir yapraktım. Günün birinde yıllardır beklediğim bir rüzgar hayatıma doğru esmişti ve ben dalımdan uzakta olan bir yere savrulmuştum. Bedenim tanımadığı o toprakla bu...