"Sana bu şehrin hiç görmediğin renklerini göstermek isterdim fakat sen benim renklerime hep kördün. Görmek istediğini görür, ruhuna yakışan rengi giyerdin. Sonra biraz düşününce anladım ki benim renklerim değildi sana görünür olmayan yada görülmeyen ve kendine yakıştırmadığın. Meğer görünmez olan benmişim. İşte o vakit, bir gece vakti vazgeçtim." diyordu mektubunda ondan bahsederken. Nasıl da hüznüne karışıyordu umursanmamanın acı renkleri. Halbuki ona dair ne de güzel resimler tablolarını doldururdu kim bilir. Bahçesinde ne de güzel çiçeklerle onun kokusunu gizlerdi herkesten. Oysa şimdi buradan bakınca ne acı bir kalp ağrısı kağıtlara dökülüyordu. Mürekkep değildi sanki kelimeleri düşüncelerinden çıkarıp hayata peydah eden. Sanki kanıyla, canıyla bir savaş verircesine, esir düşmüş de işkence görürcesine yazmaktı onunkisi. İçine ağlamak nedir o zaman anladım. Dışına haykıramamak nedir o vakit idrak ettim gözümde buz kırığı bir kederle. Haklıydı. Böylesi bir köre kendi renkleri dahil hiçbir rengi anlatamazdı. Anlaşılmadı...