Jimin, gözlerini ovuşturup saatlerce oturduğu sandalyede gerindi. Sınavları olduğu için çok fazla çalışıyordu. Bünyesi güçlü olmasa her gün hasta hasta gezerdi. Bunun için şükrediyordu.
Ağzından verdiği nefesle ayağa kalktı. Burnunu kırıştırarak odasına baktı. Kendi kendine omuz silkip odasından çıktı.
Acıkmıştı ve mutfaktan gelen yemek kokuları midesini dürttü. Sessiz adımlarla mutfağa ilerleyip kapıdan baktı.
Annesi minik bir telaşla bir yerden bir yere koşuyordu. Bu kadar aceleci olmasını anlamayıp hafifçe kaşlarını çattı.
"Annem, ne bu telaş? Misafir mi var?"
Aniden gelen ses ile annesi yerinde sıçrayıp arkasını döndü.
"Şu sessiz girişlerine hala alışamadım yavrum ya. Ödüm patladı."
Jimin gülümseyip masaya oturdu.
"Üzgünüm."
Annesi önüne dönüp işini yapmaya devam etti.
"Evet canım, misafir geliyor. Eski bir arkadaşımla uzun zaman sonra ilk kez iletişim kurduk."
"Öyle mi? Kim o arkadaş?"
"Tanımazsın. Ve sanırım senden bir yaş büyük bir oğlu var."
Jimin, burnundan aldığı nefesi sertçe dışarı verdi.
Annesi bunla beraber arkasını dönüp ellerini bel boşluğuna koydu.
"Hiç üf püf deme Jimin efendi. Artık biraz sosyalleşmen lazım. O çocuk buraya geldiğinde odana kilitlendiğini görmeyeceğim."
Sert sesiyle sözlerini söyleyip oğlunun konuşmasını beklemeyip önüne döndü.
"Ama anne, denemedim mi sanıyorsun? Her defasında nefesim tıkanıyor. Domatese dönüşüyorum hep. Ben de isterdim arkadaşım olmasını."
"Her neyse Jimin. Onlar kapıdan içeri girip çıkana kadar odana gitmeyeceksin. Anlaştık diye sayıyorum. Oyalama artık beni ya! Çok işim var."
Annesi kendi kendine söylenirken Jimin mutfaktan çıktı. Dışarı çıkıp küçük bahçesine giderken homurdanıyordu.
Çiçeklerini görünce gerginliği uçtu, buhar oldu. O, her zaman çiçekleriyle mutluydu.
Küçük bahçesinin her bir yanını saran petunyalar ona sanki huzurla gülümsüyordu. Yoğun kokusu burnunun direğini sızlatırken eğilip dokundu onlara. Yavaşça sevdi.
Fısıldayarak konuşmaya başladı.
"Kimseyle konuşamıyorum. Arkadaş olamıyorum. Ne yapacağım ben?"
"Ah, peki sizin sahibiniz kim? Neden söylemiyorsunuz bana? Çok merak ediyorum onu. Beni hep koruyacağını söyleyen kim ki benim kalbimi böylesine sardı? Onu görebilecek miyim?"
Hafif bir rüzgarla petunyaları sallandı.
Gülümsedi ve kafasını eğip bir tanesini öptü.
Çok severdi petunyalarını. Bahçesini doldurmuş tüm petunyalar Koruyucu J tarafından verilmişti.
İki yıldır, her haftanın ilk günü ilk dersten sonraki tenefüs zamanında dolabında küçük saksı buluyordu. İlk başlarda çok korkmuştu. Neden korktuğunu bilmese de. Üç ay boyunca her gelen petunyayı çöpe atmıştı.
Bunu yapacak kadar yüreksiz değildi. Ama korkmuştu işte. Korkusundan hep yapıyordu. Sonra alışmaya başladı. Bulduğu petunyaları alıp kapının önündeki bahçeye dikiyordu. Annesi nereden geldiğini sorduğunda ben aldım diyordu. Bu şekilde dike dike tüm bahçeyi petunyalar kaplamıştı. Yer kalmayınca camdan sarkıtmıştı. Bahçesinde renk cümbüşü vardı.