"Park Chanyeol! Evimin direği, gözümün nuru fırlatsana şu topu ulan!"
Baekhyun'un sesiyle bakışlarımı sahada duran yirmi iki kişiden etrafa çevirdim. Oyuncuların nefes almasına bile çığlık atmaya hazır olan kızlar, her havaya fırlatılan topta heyecanla ayağa kalkarken kucağındaki mısır kovasını unutan diğer gençler, takımını desteklemek amacının dışında amigo kızların numarasını almaya çalışan fakat çoktan tuvalet kapılarında yazdığını fark edemeyen sivilceli ergenler. Ve ben, bir de Baekhyun. Aslında kendimi burada olan insanlar arasında saymaya çekiniyorum, çünkü burada olmaktan hoşnut olmamam haricinde maçı izlemek dışında her şeyi yapıyorum.
Yüksek ses, kalabalık ve açık havada bile ter kokan ortam. Buraya katlanmamı sağlayacak tek şey Byun Baekhyun, sevgili oda arkadaşım, ve inadı. Bebek yüzlü, koca gözlü sevgilisi, amerikan futbol takımının kaptanı, ikinci sınıf Park Chanyeol'ü desteklemek amacıyla maça bir saat kırk iki dakika erken gelmeden önce beni de yanında sürükledi. Sevgilisini ve maçtaki başarısını gönülden desteklemek amacıyla en ön sıraya yerleşti, fakat amacı ona iş atan kızları tek tek yoklamak ve yolmak. Baekhyun elindeki pankartı sallayıp iki saniyede bir gözlerini kısarak etrafı süzerken ona sevgilisinin gay olduğunu hatırlatmak istiyorum, bir de okulumuzda çokça gay bulunduğunu.
"Ne zaman bitecek bu top kovalamaca?" Kulağına yaklaşarak konuştum, gözlerini sahadan ayırmadı. Elindeki pankartı daha da çok salladı.
"Beş dakika içinde bitecek, sonra nereye gidersen gideceğiz." Yedi kere beş dakika geçti. Sekizinci beş dakikanın içindeyken sandalyeme yaslandım. Maçtan sonra nereye gidersem gelmeyecekti, Chanyeol'ün terini almak için soyunma odasına koşacaktı, bu hep olurdu. Soyunma odasından çıktıklarında ise ikisini de daha çok terlemiş halde görürdüm, bu da hep olurdu.
Sol bacağımın üst kısmı titreşince siyah kotumun cebinden telefonumu çıkardım. Jongin, bu gece biraz geç geleceğini ve onu beklememin gerekmediğini söyleyen bir mesaj atmıştı. Hızlıca, katiyyen onu hiçbir gece beklemediğim ve beklemeyeceğimi söyleyen bir dönüt yazdım. Geri dönüş yapmadı. Sıkılarak maçın bitmesini beklemeye devam ettim, tahminimce çok az kalmıştı. Birkaç dakika sonra yükselen seslerle de bittiğini anladım, Baekhyun kısa bir zamanda döneceğini söyleyerek oldukça yüksek yerden sahaya atladı, oradan da sevgilisinin boynuna. Birlikte gözden kaybolurlarken içimi çektim ve oturduğum yerden kalkarak yurda doğru yöneldim.
Haftasonu olduğu için birkaç eşyamı alarak eve gidecektim ve yine haftasonu olduğu için Jongin'i görecektim. Jongin üniversiteye pek giremiyordu, girse bile yurtta tek değildim. Baekhyun sabah uyandığında gece tek olduğum yatakta artık çift kişinin olduğunu ve özellike bu kişinin her sabah uyandığında, dişimde kan kalmış mı, Sehun, dediğini görse sanırım, ne günah işledim ben canımın içi, diyerek elleri ayyukta ağlardı. Bu yüzden Jongin sadece haftasonları açık penceremden süzülerek içeri giriyor. Bu yüzden pencerelerimin önünde koyu, kalın ve her zaman kapalı perdelerim var, çünkü Jongin odama girdi mi bir daha çıkamıyor, şafak sökmeden kaçabildiği günler hariç.
Birkaç kıyafeti sırt çantama sıkıştırdıktan sonra telefonumu da alarak odadan çıktım. Kapıdaki güvenliğe kısa bir selam vererek yurttan da çıktığımda durağa doğru yürüdüm. Saat yedi otuz dokuzdu, güneş batmıştı. Jongin bilmediğim yerlerde sürteceği kadar sürttükten sonra gelecekti, rahattım. Yarım saatlik bir yolculuktan sonra evin önündeki durakta indim. Annem otobüsün sesini duymuş olmalı ki kapının önüne çıkmış beni bekliyordu. Koşarak karşı kaldırıma geçtim ve kapının önüne gelip anneme sımsıkı sarıldım.
"En sevdiğin yemekleri yaptım sana, Jongin yok mu?"
Sarılma faslı bittiğinde evin içine adımladım, yemek kokuları yoldan beridir geliyordu. Gülümseyerek salona geçtim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
my bestfriend is a vampire//sekai
FanficZaman, Jongin ve sivri dişleri ile geçiyordu, basit hayatımda ise basit olmayan tek şey Jongin'di ve o, kesinlikle çocukluk arkadaşımdı.