ayçiçekleri güneşe vurgundur

1.4K 172 103
                                    

bir düşün - lin pesto

Jongin benden bir şeyler saklamaya yedi yaşındayken başladı. Turuncu bir japon balığım ve yirmibeş sayfalık bir boyama kitabımdan başka hiçbir şeyim yoktu. Jongin ile oyunlar oynar, akşam vakti eve geldiğimde boyama kalemlerimi alıp boyama yapar ve gece uyumadan önce de yatağımın yanındaki komodinin üstünde duran turuncu japon balığıma günün en başından o saniyesine kadar olan her şeyi anlatırdım, bir nevi günlüktü benim için, canlı bir günlük. Ben çok severdim ama Jongin pek sevmezdi balığımı, her odama geldiğinde gördüğü gibi suratı değişir, çirkin diye sayıklamaya başlardı. Jongin'e balığın suyun içinde olduğu için onu duymadığını söylerdim, o ise cam fanusa yaklaşıp üstteki yuvarlak alandan fısıldardı bu sefer.
Bu sorun değildi benim için, Jongin'e balığımın kalbini kırdığı için kızamazdım, aklıma annemin balıkların hafızası üç saniyelik deyişi gelirdi. Fakat bir gün okuldan eve geldiğimde balığımın her zamankinin aksine suyun yüzeyinde ve yan yattığını fark etmemle boğazımın acıması ve gözlerimin dolması aynı anda gerçekleşti. Ağlamadım, sadece komodinimin yanında diz çöktüm, akşam da oradaydım, gece olduğunda da. Annem gelip bir şeyler yemem için beni kaldırmaya çalıştığında kımıldamadım yerimden, sabah olduğunda Jongin odama gelip omzumu sıktığında da kımıldamadım. Ama onun yanında ağladım, hem de ona sarılarak, elleri sırtımı sıvazlarken içli içli ağladım. Issız bir adaya düşseniz yanınıza alacağınız üç şey sorusuna verilen su, yemek ve ışık cevaplarının yerini benim için balığım, boyama kitabım ve Jongin tutardı.
O kadar önemli, o kadar gerekliydi benim için.

Balığımın küçük mezarının başında beklerken anneme nasıl ölebileceğini sordum, balıklar nasıl ölebilirdi ki.
Annem bana o gün Jongin'in okula gitmediğini, ben okuldayken de gelmemi odamda beklediği için bunu ona sormam gerektiğini söyledi. Belki Jongin görmüştür nasıl öldüğünü, ona sor istersen dedi bana, ben de hiç dinlemeden balığımın son gördüğü kişiye koşa koşa gittim. Jongin'e nasıl öldüğünü sordum, görüp görmediğini, ölürken olan yüz ifadesini. Kaçırdığı gözleri, sıktığı elleriyle kalbim, yedi yaşındaki bir çocuğun bir kalbi en fazla ne kadar kırılabilirse o kadar kırıldı.

Koşa koşa geri geldim odama, fanusun yanındaki boş yem kabı dikkatimi o zaman çekti. Jongin ile bir süre konuşmadım ama çok uzun sürmedi, yedi yaşındaki bir çocuğun hayatındaki en önemli kişiye en fazla küs kalma süresi kadar devam ettirdim bunu.

Bu olay ve getirdiği hisi çok çabuk bir şekilde koymuştum yatağımın altına ama şu an, şimdi Jongin'in yüzüne bakarken yine o güne gittiğimi, balığımın mezarının başında oturduğumu hissediyor gibiydim. 
Jongin yine benden bir şeyler gizlemişti, bunu saçlarına, sırtına ve ellerine vuran güneşten çok gözleri gösteriyordu.

Ne yapacağını bilemez bir şekilde yüzüme bakıyordu sadece, uyanalı oniki dakika oldu. Ne o tek bir kelime etti, ne de ben. Bir şey söylemek isteyip ağzımı açtığım an güneş gözümü daha çok alıyordu, ben de sadece susup yatakta oturmaya devam ederek onu izliyordum. Yattığı yerden kalkıp benim gibi yatağa karşıma gelecek şekilde oturdu.

"Sehun," dedi sadece, ardından yutkundu.

"Yanmıyorsun Jongin," dedim, "zarar almıyorsun, peki ben neden şu an yanıyormuşum gibi hissediyorum?" Ellerimin titrediğini fark ettim ama gizlemek adına yapabileceğim bir şey yok. Jongin'in artık konuşması gerek.

"Açıklayacağım yemin ederim, ama sakin ol önce." Elleri omuzlarımı tutunca dışarıdan nasıl göründüğümü düşündüm. Jongin biraz sıkıyor ellerini, tekrar gevşetiyor.

"Konuş, yoksa kafayı yiyeceğim konuş." dedim gözlerim yüzü hariç her yerde dolaşırken.

"Sana nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum," yutkundu, Jongin gerildiği her an bunu yapar, "söylersem olacakları da kestiremiyorum."

my bestfriend is a vampire//sekaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin