20 YIL ÖNCE
Salim Kaya, her zamanki gibi inşaataki işlerini bitirmişti ve evine doğru gitmeye hazırlanıyordu. Tüm ekipmanlarını topladı ve çantasına yerleştirdi. Ardından inşaatan çıktı. Çıktığı zaman nemli bir hava karşıladı kendisini. Gerçi o alışkındı böyle havalara. Oturdukları kasabada havalar bu mevsimlerde böyle olurdu zaten. Bir müddet daha yürüdükten sonra, mahallelerindeki bakkal Rasim'in dükkanının önünde durdu. Dükkanın önünde oturan Kasap Cemil ve Manav Ahmet'e selam verip hal ve hatıralarını sordu. Daha sonra da bakkalın içine girdi ve iki tane ekmekle üç kilogram süt aldı. Aldıklarını veresiye defterine yazdırdıktan sonra da dükkandan dışarıya çıktı. Bugün de alamamıştı haftalığını.O yüzden Bakkal Rasim'e yazdırıyordu aldıklarını. Her ne kadar utanıp sıkılsa da. Allahtan Rasim Efendi helal süt emmiş bir adamdı. Bu yüzden çok dillendirmiyordu bu olayı. Evinin bahçesine girdikten sonra, Zehra'sını gördü Salim Kaya. Zehra'sı oyuncak bebekleriyle birlikte oyun oynuyordu bahçesinin ortasında. Kendini o kadar çok oyuna kaptırmıştı ki çok sevdiği babasının geldiğini bile duymamıştı. Bir müddet daha oynadıktan sonra, bebeğini kumların üzerine düşürdü. Ardından da almak için eğildi. Bebeğini aldıktan sonra; tekrar ayağa kalkıyordu ki kafasını masaya çarptı. Kızını o halde gören Salim Kaya, aldıklarını yere bıraktı ve koşarak kızının yanına gitti. Zehra'nın küçücük bedenini kollarının arasına alıp sımsıkı bastırdı. Alnından da öpmeyi ihmal etmedi. Hep böyle yapardı çünkü. Canı acısa da acımasa da öperdi Zehra'sını her daim. Zehra sulanmış gözlerini kaldırdı ve babasının endişeli gözlerine baktı.
"Benim canım hiç acımadı ki baba. Korkma sen." diyerek, küçücük avucunu babasının sakallı yanağında gezdirdi.
"Sen böyle öpünce de acısa da geçiyor zaten hemen." dedi. Zehra'nın bu kendinden büyük konuşmalarını gören Salim Bey, keyiflenerek kızının saçlarını okşamaya başladı. Sonra da kucağına alarak sandalyeye oturdu. Ona bugün neler yaptığını sordu, Zehra da uzun uzun anlattı. Keyifli bir şekilde sohbet ediyorlardı ki, bahçe kapısı sonuna kadar açıldı. Ïceriye iri yarı, çatık kaşlı bir adam girdi. Küçümseyerek etrafa baktı ardından da çocukluk arkadaşı Salim'in oturduğu sandalyeye doğru yürümeye başladı.
"Hoşgeldin kardeşim." diyen Salim Kaya, ayağa kalktı ve Zehra'yı yere bıraktı.
"Ama ben pek hoşbulamadım Salim. Bu evin hali ne böyle." diyerek küçümseyen bir bakış attı Tahir Kervancıoğlu."
"Kusura bakma kardeşim." dedi ve başını öne eğdi Salim.
"Her neyse, ben seninle bu çöplüğü konuşmaya gelmedim. Başka şeyleri konuşmaya geldim." dedi ve Salim'in az önceki kalktığı sandalyeye oturdu. Ondan başka da sağlam bir sandalye yoktu zaten. Salim ise Tahir Kervancıoğlu'nun karşısındaki kırık sandalyeye rahatsız bir şekilde oturdu.
"Seni buraya hangi rüzgar attı Tahir? Buraları unuttuğunu sanırdım. Ne de olsa artık Ïstanbullu'sun.
"Unuttum unutmasına ama ara sıra iş güç oluyor, o yüzden geliyorum buralara. Çok sevdiğimden değil yani. Beni bilirsin zaten para nerede ben orada." diyerek sinsi sinsi gülümsedi.
"Bıraktın mı tefecilik işlerini?" diye soran Salim Kaya yamuk duran sandalyesini düzeltti.
"Neden bırakacakmışım ki tefeciliği. Esas para orada. Bırakayım da senin gibi mi olayım?" diyerek kahkaha attı ve eliyle yanlarında duran gecekonduyu gösterdi.
"Her neyse; onu bunu bırak sen, bir iş teklifiyle geldim sana."
"Ïş teklifiyle mi?"
"Evet, iş teklifiyle. Duyduğuma göre perişan bir haldeymişsin. Ben de seni bu durumdan kurtarmaya geldim işte. Sonradan çok dua edeceksin bana." Salim Kaya, çocukluk arkadaşı Tahir'i çok sevse de yaptığı işleri hiç doğru bulmuyordu. Ama haklıydı. Dediği gibi perişan bir haldeydi. Onun edeceği her türlü teklifi kabul etmek zorundaydı çocukları için.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Büyük Aşklar Ïntikamla Başlar
FanfictionKelebek misalidir aşk; anlamayana ömrü günlük, anlayana bir ömürlük!! ??