Zehra'nın arkasından bakmaya devam eden Ömer Kervancıoğlu, oldukça sinirliydi. Hayatında hiç bu kadar sinirli olduğu bir zamanı da hatırlamıyordu. Gerçi sinirlenmesi hiçbir şey ifade etmeyecekti annesi için. Çünkü o, her zaman böyleydi. Her zaman insanlara üstten bakar ve onları aşağılardı. Özellikle de kendinden daha fakir olanları. Evlerinde çalışan Hediye Hanım bile, kaç kere ağlamıştı annesinin bu patavatsız davranışlarından dolayı. Oysa kendileri de bir zamanlar, bu kadar varlıklı değillerdi. Normal bir yaşantıları ve sıradan bir hayatları vardı. Peki, bu kendini beğenmişlik ve bu kibir de neyin nesi ? diyerek içinden geçirdi. Ardından annesinin yanına doğru, sinirli bir ifadeyle yürümeye başladı. Annesi artık haddini aşmıştı ve birilerinin ona haddini bildirmesi gerekiyordu. Bu kişi de Ömer olacaktı. Odaya girdiği zaman annesinin keyifli bir şekilde kahve içtiğini gördü. Elinde de bir moda dergisi vardı.
"Jülide Kervancıoğlu" diyerek resmi bir giriş yaptı konuşmasına. Kadın ise Ömer'in neden sinirli olduğunu çok iyi bilse de fazla üzerinde durmayarak
"Gelecek hafta Alevciğim ile Paris'i ziyaret edeceğiz." dedi ve ayağa kalkarak Ömer'e doğru yürümeye başladı. Elindeki kataloğu Ömer'e uzattı ve
"Bak, şurada çok güzel gelinlikler var. Belki günün birinde Alev ile sen.." demişti ki
"Ben Alev ile hiçbir zaman evlenmeyeceğim." diyen Ömer annesinin sözünü kesti.
"Sen bunları boşver de bana hesap ver? Neden bu sabah Zehra'ya böyle davrandın?" dedi bağırarak. Oysa Ömer hayatı boyunca hiç kimseye bu şekilde bağırmamıştı. Bunu Jülide Hanım da çok iyi bildiği için, büyük bir şaşkınlıkla Ömer'e baktı.
"Bir bakıcı parçası için mi bu sinirlenmelerin? " dedi hayret dolu bir sesle.
"Bir bakıcı parçası için değil, bir insan için. Hem de suçsuz bir insan için." diyerek annesine doğru bir adım attı.
"Eğer şimdi gidip Zehra'dan özür dilemezsin ve onu buraya gelmesi için ikna etmezsen bir daha benim yüzümü göremezsin anne."
"Ömer sen delirdin galiba?"
"Evet anne delirdim! Delirdim! Siz delirtiniz beni! Ïnsanlara bu şekilde davranmanız, bu şekilde aşağılamanız delirtti beni. Az önce sırf egonu tatmin etmek için, suçsuz bir kızın gururuyla oynadın." diyerek oldukça yüksek bir sesle bağırdı. O kadar şiddetli bir şekilde bağırmıştı ki, evdeki herkes salona toplanmıştı. Tahir bey anne ve oğlun arasına girip,
"Ne oluyor burada? " dedi merak dolu bir ifadeyle. Sonra da Ömer tüm ciddiyetiyle konuşmaya başladı.
"Eğer annem Zehra'dan özür dilemezse ve tekrardan bu eve gelmesini sağlamaza şirketten istifa edeceğim baba. Ïstifa edip, Londra'daki şirketlerden biriyle anlaşacağım. Ne de olsa ben bir mimarım. Ïstediğim her yerde iş bulabilirim." diyerek salondan ayrıldı. O salondan ayrıldıktan sonra da herkes arkasından şaşkın gözlerle bakmaya devam etti. Çünkü Ömer Kervancıoğlu verdiği tüm sözleri tutardı. Şu anda da hiç olmadığı kadar kararlı görünüyordu. Tahir Kervancıoğlu karısına doğru döndü ve
"Kaç kere demedim mi ben sana bu oğlanı delirtme diye? Şu ne istiyorsa yap. Sabah sabah kafamın tasını attırmayın." dedi emir dolu bir sesle. Jülide Kervancıoğlu, büyük bir pişmanlık hissetti yüreğinde. Sonra da düşünmeye başladı, eğer Ömer şirketten istifa ederse şirketi idare edecek kimse kalmayacaktı. Kocası zaten bu tür işlerden pek anlamıyordu. Ömer de giderse büyük bir ihtimalle iflas ederlerdi. Ve bu yaşadığı lüks hayat da biterdi. Sonra da hızlı bir şekilde salondan ayrıldı. Çabucak Zehra'yı bulmalı ve bu eve dönmesi için ikna etmeliydi. Aklında olan tek şey oğlundan ayrılmak değildi. Oysa her anne oğlundan ayrılacağız için endişe ederdi böyle durumlarda. Onun aklında olan tek şey, sahip olduklarını kaybetme korkusuydu. Oğlunu kaybetme korkusu değil.
************************************************
"Sen nereye gidiyorsun?" diyen Akın sinirli bir şekilde kolumdan tuttu beni ve ayağa kaldırdı. Çok hızlı kaldırdığı için bir müddet dengemi sağlayamadım. Sağladıktan sonra da kızgın bir şekilde kolunu ittirdim.
"Bu evde çalışmayacağım." dedim ardından da kollarımı göğsümde birleştirdim.
"Ne demek çalışmayacağım? Biz seninle ne konuştuk ha!"
"Bizim konuştuğumuz şeylerin umurumda olduğunu sanmıyorum." dedim ve kafamı başka bir yöne çevirdim. Ardından tekrar kolumu sıktı ve beni biraz daha ileriye götürmek için yürümeye başladı. Belli ki konuşacağımız şeylerin Asya tarafından duyulmasını istemiyordu.
"Çocukları seviyor musun?" dedi beni bıraktıktan sonra.
"Neden soruyorsun?" diyerek cevap verdim ben de
"Elbette seviyorsun." diyerek sinsi bir ifadeyle gülmeye başladı.
"Bunu konumuzla ne alakası var?" dedim endişeli bir şekilde. Çünkü bu konuşmanın nereye gideceğini az çok tahmin edebiliyordum. Ardından, eliyle biraz ilerimizde duran Asya'yı işaret etti .
"Asya'ya bir şey olmasını ister misin?" diyerek bir adım yaklaştı bana.
"Sen delirdin mi?". diyerek bağırdım Asya'nın duymamasına özen göstererek.
"Hayır, Zehra ben delirmedim. Sadece her şeyin senin elinde olduğunu bir kez daha hatırlatıyorum sana. Eğer sen benim dediklerimi yaparsan, bu tatlı Asya'cık yaşamaya devam eder. Ama sen hala inat edip, yapmam dersen işte o zaman Asya'cık için pek hayırlı olmaz. dedi. Ben de tam bu aşağılık herife hakkettiği gibi okkalı bir küfür edecekken, Jülide Hanım'ın bizim yanımıza doğru geldiğini gördüm. Endişeli bir ifadeyle iki üç adım Akın'ın yanından uzaklaştım. Bu kadının bizi bu kadar yakın görüp kötü şeyler düşünmesini istemezdim. Yanımıza geldikten sonra
"Hoşgeldin Akın." diyerek biyolojik abime selam verdi.
"Hoşbuldum Jülide Hanımcığım. Yine harikasın." diyerek iltifat etmeyi de ihmal etmedi. Bu adam gerçek bir oyuncuydu. Sanırım benden de böyle bir performans bekliyordu. Ama ne kadar beklerse beklesin, ben asla bu kadar profesyonel bir şekilde oynayamazdım. Hem ne diye bu insanlardan intikam almak için buralara kadar gelmiştim ki? 'Allah'ım ne olur beni affet ve bu sıkıntılardan kurtar.' diyerek içimden dua etmeye başladım. Görünüşe göre duadan başka hiçbir şey kurtaramazdı beni bu düştüğüm durumlardan. Oysa benim ne kadar da güzel bir hayatım vardı bu olayları başıma bela etmeden önce.
"Kusura bakma Zehra'cığım. Bugün ben aslında öyle demek istememiştim zaten." diyerek sıcak bir ifadeyle gülümsedi. Oysa bu kadının hayatı boyunca hiç gülümsemediğini düşünürdüm. Ben konuşmadan Akın söze başladı ve
"Olur ara sıra böyle şeyler, çalışanlar ve patronlar arasında. Bence küçük hanım da kabul etti bu özrünü." dedi ve önce Jülide Hanım'a sonra da bana baktı. Ïci rahatlayan Jülide Hanım ise,
"Ïyi o zaman, ben Hediye'ye haber vereyim de valizini yerleştirsin." dedi. Sonra da arkasına bile bakmadan yürümeye başladı. Akın da kulağıma doğru eğildi ve
"Bu akşam saat 10'da dediğim yerde ol. Konuşmamız gereken şeyler var." diyerek Jülide Hanım'ı takip etmeye başladı. Sonra da dönerek
"Bir daha bu evden ayrılmayı aklından bile geçirme. Yoksa olacakları biliyorsun." dedi ve tekrardan Asya'yı işaret etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Büyük Aşklar Ïntikamla Başlar
FanfictionKelebek misalidir aşk; anlamayana ömrü günlük, anlayana bir ömürlük!! ??