"Hoop top bende."
"Serkan abi faul yapıyorsun ama!"
"Ne faulu len dingil." Bizim bebelak demir sütünün yanından geçip hızla topu kaleye sürdüm. Bacak kadar boyuyla gelmiş bana artistlik yapıyordu velet.
"Serkaaan! Düzgün konuş çocuklarla." Ablamın öfkeli sesini duyunca olası bir terlik darbesine karşı ona doğru dönmüştüm ki, dikkatimin dağılmasını fırsat bilen yedi cücelerin ilk üçü sırtıma atlayıverdi. Demir, Ege ve Ahmetnecip sırtımda kahkahalarla debelenince, ağırlıklarını taşıyamayıp yüzüstü çimenleri boyladım.
"Hay si-"
"SERKAN!" ablam bir kez daha öfkeyle bağırdığında tırsıp çenemi kapattım.
"Özür!"
Sırtımdaki bebelakları tutup hızla kucağıma aldım üçünü de. Bir yandan bırakayım diye kollarımı çekiştirip bir yandan kıkır kıkır gülüyorlardı.
"Serkan abinizi devirebileceğinizi mi sandınız lan veletler?" Ege'yi çimenlerin üzerine yatırıp Demir'i bacaklarımın arasına kıstırdım. Ahmetnecip de bir yandan sol kolumun altından kurtulmaya çalışıyordu.
Üçünü de seri bir şekilde gıdıklarken ben de gülmeden edemiyordum. Çocuklar kahkahalarının arasında "D-dur Serkan Abi!" diye yalvarıyorlardı.
"He şöyle ayağınızı denk alın." diyerek onları bıraktım. Çimenlerin üzerinde biraz daha güreştikten sonra kalkıp eve yürümeye başladık. Yemek vakti yaklaşıyordu ve ben kurt gibi açtım.
Kapıdan girdiğimizde ablam arkamızdan "Ayakkabılarınızı rafa koyun!" diye seslenmeyi ihmal etmemişti. Sanki hâlâ küçük çocuktum. Sürekli bir şeyler tembih edip duruyordu.
Ayakkabılarımızı rafa fırlatıp koridora doğru giriş yaptık. O sırada bizim deyişimizle 'Şenoş' yani Şenay Abla, mutfaktan çıkıyordu. "Ellerinizi yüzünüzü yıkayın kuzucuklarım, yemek neredeyse hazır." dedi bize doğru. İçeriden nefis kokular geliyordu.
"Tamamdır Sultanım." diyerek yanağından makas aldım. Evin futbol takımı olarak banyoya giriş yaparken arkamdan "Eşşek herif." diye sızlandığını duydum. Yine de gülüyordu Şenoşcuğum.
Çocuklarla itişe kakışa ellerimizi yıkamaya başladık. Banyomuzda biri büyük, biri küçük, iki tane lavabo vardı. Çocuklar rahat kullansın diye sonradan ekletmiştik. İki tane de tuvalet kabinimiz vardı. Tuvaletlerin de biri büyük, biri küçüktü. Bunların hepsini çocuklar için yaptırmıştık. Evin her yeri çocuklar için düşünülmüş bu tür detaylarla doluydu.
Biz ellerimizi yıkarken ablam "Oğuz'la Nil'i de yemeğe çağır, yukarıdalar." diye seslendi. "Tamam!" diye bağırıp hızla merdivenlere yöneldim. Artık yemek yediğimiz dakikalara geçmek istiyordum.
Merdivenleri çıkarken duvarlara astığımız fotoğraflarımıza bakıp sırıtmadan edemedim. En sondaki fotoğrafta hepimiz toplanmıştık. Ben, ablam, Şenoş, Oğuz ve Nil İpek. Önümüzde yedi tane afacan, arkamızda da evimiz. Hepimiz 32 diş gülüyorduk. O günü hatırlayınca keyfim daha da yerine gelmişti. "Çok yakışıklıyım kahretsin ya." diyip merdivenleri çıkmaya devam ettim.
Pişmiş kelle gibi sırıtarak ikinci katta bulunan oyun odasına giriş yaptım. Burası çocukların ıvır zıvır ve oyuncaklarıyla doluydu. Bu odanın bence en büyük özelliği ise çocukların duvarları istedikleri gibi çizip boyayabilmeleriydi. Yerde kalmış birkaç legoyu kutusuna koyup kaldırdım. Burada değillerdi. "Nerede bu salaklar..." diye söylene söylene odadan çıktım.
Sinema odasına da girip baktığımda orada da göremedim. Seslenmek işime gelmiyordu. Tek tek odaları dolaşıp içimde oluşan o huzurlu ve muzip hissi arttırıyordum. Çünkü bu evin her bir köşesinde ayrı bir emek, ayrı bir kahkaha, ayrı bir anı vardı.
Sinema odasına da şöyle bir göz gezdirip çıktım. Bu katta iki oda ve bir tuvalet vardı. Normalde üç odaydı ama sinema odası için ikisini birleştirmiştik. En sevdiğim oda burasıydı. Televizyonun karşısında rahat minderlerimiz, hemen yanında ise eski model bir bilgisayarımız vardı. Akşamları burada film izlerdik. Çok kafa bi mekandı.
Odanın diğer ucunda ise küçük bi kütüphanemiz vardı. Günde 1 kere kitap okuma saati yapardık. Çocuklar yazın buradaki minderlere uzanıp öğlen uykusu uyumayı çok severdi. Ben de onlarla uzanır, kolumu bacağımı yastık gibi kullanmalarına izin verirdim.
Üçüncü kata doğru çıkarken hararetli bir tartışma sesi duymaya başladım. Normaldi. Oğuz ile Nil sürekli birbirlerini yerdi. Oğuz'un hafiften Nil'e yanık olduğunu hissediyordum. Kaç kez sorduysam reddetmişti ama tanırım keretayı, bu kıza boş değildi.
Sağımda solumda kalan yatak odalarını geçip en sondakine girdim. Bu katta beş tane oda vardı. Bazı odaları bölmüştük. Şenoş'a ayrı, bana ayrı, ablama ayrı ve çocuklara da iki ayrı oda vardı.
Bulundukları odaya girip tartışmayı hızla böldüm. "Yemek hazır canolar."
"İyi oldu çağırdığın. Bıktım şu kankandan be Serkan." Nil sızlanarak odadan çıktı. Ben de sırıtarak Oğuz'a bakıyordum.
"Ne var abicim?" Sırıtmaya devam ettim. "Ne sırıtıyon?"
"En büyük aşklar kavgayla başlar."
"Of Serkan!" Oğuz'da sızlana sızlana odadan çıktı. Altı üstü bi dolap kapağı tamir edeceklerdi. Başbaşa kaldıkları her an kavga etmeseler olmazdı. Yine de biliyordum, birbirlerine deli gibi değer veriyorlardı.
Ben de peşlerinden aşağı inmeye başladım. Bugün içimde garip bir neşe vardı. Merdivenden inerken duvardaki fotoğrafları görünce yine dikkatimi çektiler. Kendi kendime "Hepinizi çok seviyorum ulen." diye mırıldandım. "En çok seni, yakışıklı." diyip kendime göz kırpmayı da ihmal etmedim.
Bu eve çok emek vermiştik. Büyük olmasına büyüktü ama elimize geçtiğinde harabeydi. Bu yüzden çok ucuzdu zaten. Ne durumda olursa olsun adam etmemiz gerekiyordu. Bu çocuklara kalacak bir yer lazımdı.
Ablamla öksüz, yetim veya fakir olmak ne demek çok iyi bilirdik. Bu yüzden bu çocuklara gerekirse aile, gerekirse arkadaş, gerekirse yoldaş olacaktık. Hepimizin ayrı bir hikayesi vardı ve yollarımız bu evde kesişmişti.
Bu ev bizim cennetimizdi.
En alt kata ulaştığımda mutfaktan geçip verandaya girdim. Ablamla binbir pazarlık yaparak aldığımız 12 kişilik dev masa, tek bir sandalye hariç doluydu. Ben de yerime kurulunca tam takım olmuştuk.
İyice duygusallaştığımı hissedip "Şş susun bir şey diyeceğim." diyerek susturdum herkesi. Kahkahalar kesilince, içi neşeyle dolu gözler bana döndü. Masanın başındaki yerimde tek tek hepsine baktım. "Hepinizi çok seviyorum lan. İyi ki varsınız." dedim en samimi halimle. Dediklerimde çok ciddiydim. Hepsi için, canımı bile verirdim.
Kısa bir an sessizlik olmuştu ki Oğuz hayvan gibi öksürmeye başladı. "Bi yemeden duramadın. Su verin şu hayvan herife ya" dedim. Ablamla Nil gülerken, Şenoş da su uzattı bütün ortamın içine eden öküze. Sonunda nefesleri düzelince "Pardon kanka." diye seslendi Oğuz. Tam gerizekalı kodumun salağı.
O sırada yanımdaki veletlerin fısıldaşması dikkatimi çekti. "Ne fısıldaşıyo-"
"BİR! İKİ! ÜÇ!" Lafımı bitiremeden bebalak Demir hızla saymaya başladı. Ardından da bütün çocuklar aynı anda ritimle alkışlamaya başladılar. "SERKAN ABİ OLEY! SERKAN ABİ!"
Az futbol maçı izletmemiştim yaverlerime. Gururlandım be. Büyüdüler de tezahürat yapıyordu keretalar. Ben de onlarla alkışlayıp ortamın krallığına bıraktım kendimi. Biz beraberken ne koşulda olursa olsun, gülmenin bir yolunu bulurduk.
Benim bütün varlığım buydu işte. Bütün ailem buradakilerden ibaretti. 20 yaşında eşşek kadar heriftim ama şu 6 yaşındaki bebelerle her gün çocuk oluyordum. Mutsuz da değildim. Aksine işten çıkıp da eve gideyim diye dakikaları sayardım.
Ben Serkan Kahraman. Soyadımın aksine bi baltaya sap bile olmayı başaramazdım ama bu insanları bütün yüreğimle seviyordum ve onlar için her türlü kahramanlığı yapmaya hazırdım.
Götümü bile satardım yani.
İlk kurgumdan merhaba.
Hatalarım var,
biliyorum,
affedin.
Sevgiyle kalın.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Robin Hood'u Yakalamak
General FictionMahallenin yiğidosu, çocukların süper kahramanı, okeye yetişen dördüncü, full mesai kahraman Serkan bu sefer boyundan büyük işlere kalkışır. Serkan'ın ölümüne nefret ettiği ve yakın zamanda dedesinin mirasına büyük bir memnuniyetle yatan Engin'le ha...