Günün rengi gri... Gri rengi karışık duyguları ifade ediyor. Aynı boya paletinde karışan renklerin kahverengi-gri bir hal alması gibi, duygular karışınca da etraflarında salınan haleleri o kadar hızlı dönüyor ki gri gibi görünüyor. Siyah, yüksek bel kumaş pantolon ve göğsümün biraz altında biten gri bol bir tshirt seçiyorum. Beyaz spor ayakkabılarım ve sırt çantamla güne hazırım. Saçlarımı tarayıp yandan ayırıyor, kıvırcık tutamları kulağımın arkasına atıyorum. Yine makyaj yok.
"Kaçtım ben."
"Dikkatli ol tatlım. İyi günler!" dileklerinin ardından yola koyuluyorum. Kulaklıklardan yükselen Thom Yorke'un hipnotize edici sesi bile sakinleşmeme yetmiyor. Ya sınıfta Declan'ı görmezsem? Ya imza kâğıdından ismi çıkarılmışsa... Ya haberi biz dersteyken gelirse... En iyi ihtimalle sınıfa gelir ve beni görmezden gelerek oldukça uzak bir sıraya oturur, ben de uzaktan içinde büyüyen siyah dumanı izlemek zorunda kalırım. Belki de bundan birine bahsetmeliyim, benden daha büyük, daha olgun, daha ne yapacağını bilir birine.
Cliff sınıfa öğrencilerden erken gelmiş. Ben de diğer öğrencilerden erken geldiğim için biliyorum. En ön sıraya çantamı bırakırken başını kaldırıp beni inceliyor.
"Sen son derste sınıfı terk eden kız değil misin? Şu çocuğun peşinden çıkmıştın hani?"
"Ta kendisiyim. İsmim Mia." Umurumda değil gibi bir surat takınıyor ve kendimi tutamıyorum. "Bu sabah reçel lekesi yok. Sağlıklı beslenmeye mi başladınız?" dalgınlıkla üstüne bakıyor.
"Reçelli donutları güzel yapıyorlar buralarda." Başımla onaylıyorum. "Neden öne oturdun bugün? Kapıya daha yakın olabilmek için mi?"
"Sizi daha iyi duyabilmek için." Diyorum teatral bir havada, büyükannenin kılığına girmiş kurdun taklidini yapmaya çalışırken.
"Arkalarda sesim duyulmuyor mu cidden?"
"Maalesef."
"Bana bir iyilik yapar mısın? Yukarıya çık ve sesim duyulunca haber ver. Ben de sesimin tonlamasını ayarlayayım." Dediğini yapıp salonun en arkasına kadar gidiyorum.
"Burası iyi mi?" diye sesleniyorum aşağıya doğru. Eliyle onaylıyor.
"Jack!" diye bağırıyor. "Jack! Elimi bırakma Jack! Beni bırakma!" Kahkahamı tutamıyorum. O bozmadan devam ediyor. "Sakın bırakma! Jack!" Titanik'in meşhur sahnesini oynuyor. Hem de aynı Rose gibi, mükemmel bir oyunculuk performansı sergileyerek. Sınıfa gelen öğrenciler neler döndüğünü anlayamıyor ve şaşkın gözlerle bize bakıyorlar.
"Böyle çok iyi!"
Sevimli biri Cliff. Yamuk burnuna, komik görünen bıyığına ve dağınık saçlarına bakarak söylüyorum bunu.
"Harika. Yerine geçebilirsin." Gülümsüyorum ve sınıf uykulu gözlerle bakan öğrencilerle doluyor. Umurumda değilmiş gibi davranacağıma kendime söz verdim ve öyle de yapıyorum. Ne yanıma kimin oturduğuna ne de kapıdan kimin girdiğine bakıyorum. Bütün odağım Cliff'e ayarlanmış durumda. O da halinden memnun görünüyor. Kendisini dinleyen birinin olduğunu bilmek iyi bir şey olsa gerek. Neredeyse bütün dersi bana anlatıyor ve çantasından dersle ilgili notların olduğu kâğıtları çıkarıyor. Çevre kirliliği, kâğıt israfı ve ağaçların korunması adına bu tarz notların kaldırılmasıyla ilgili dolanan imza kampanyasını başlatan kişilerden biri de bendim. Kampüs içinde ve çevresinde yeterli sayıda imza toplayabilmek için az ter dökmedim. Sonuçta itibariyle kazandık, artık notlar mail şeklinde gönderiliyor veya kaynak siteden alınıyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Renkleri Gören Kız
Teen Fiction"Sen peki? Uzaya gitmek için mi astronot olmak istiyordun?" "Aslında dünyayı terk etmek için."