Kulaklıklarını takıp cebinden telefonunu çıkarıyor. Müzik seçerken duraksıyor ve ben de birkaç adım gerisinde duruyorum. Arkamdan gelip geçerken omzuma çarpan kız özür bile dilemiyor ve çocuğun koluna dokunuyor. Dinliyor gibi görünmemek için olduğum yerde volta atıyorum.
"Bunları geçen günkü derste unuttun. Ben de seni ne zaman görürüm bilmediğim için yanımda taşıyordum." Oğlan kızın uzattığı defterleri ve kağıtları alıyor. Kız bütün çekiciliğiyle tekrar oğlanın koluna dokunuyor. "Çok dalgınsın." Komik bir şey olmuş gibi kıkırdıyor ama oğlandan tepki gelmeyince kulaklarına uzayan gülüşü soluyor. Oğlan zorlama bir şekilde teşekkür ederken gülümsüyor ve yemin ederim siyah bulutun azcık da olsa küçüldüğünü görüyorum. Nezaketle küçülen bir kanser türü olmadığına eminim. Beyin tümörlerinin de gülümsemeye karşılık kendilerini yok etmediklerini biliyorum. Yani hemen değil en azından. Çocuk tekini çıkardığı kulaklığı tekrar kulağına sokarken başımdan aşağıya dökülen soğuk sular beni olduğum yere mıhlıyor.
Ne olduğunu anladım karartının.
Psikoloğa gittiğim zamanlarda gördüğümün aynısı.
Siyah hırkasının kapüşonunu takarken işlek sokakta yürümeye devam ediyor. Ayaklarım sözümü dinlemeyip peşinden gidiyorlar. Kalabalıkta onu gözden kaçırmadan yürümeye devam ediyorum. Işıklara vardığımızda karşıya geçmek için beklerken kendimi sırtına bakarken buluyorum. Benden tam bir kafa kadar uzun... Hemen dibinde ilerliyorum, karşıya geçiyoruz. Otobüs duraklarına giderken otobüse binmeyeceğini umuyorum. Aynı otobüste olmamız çok tuhaf olabilir. Yani şu an onu takip etmemden nasıl daha tuhaf olacaksa...
Telefonu çalıyor. Cebinden çıkarıp kimin aradığına bakıyor ve duraksamasını fırsat bilip önüne geçiyorum. En sıradan gülümsememle şaşıran gözlerini karşılıyorum. Kulaklıklarını çıkarıp bir şey söylememi bekliyor.
"Teşekkür ederim. Şeyde söylemeyi unuttum. Ne düşüncesizce. Normalde öyle biri değilim. İnsanlara teşekkür falan ederim. Günaydın der, nasıl olduklarını sorarım."
"Önemli değil." Diyor bir çırpıda. Kulaklığı tekrar takmaya yeltenince ne konuşacağımı bilmeden ağzımı açıyorum.
"Yani sınıfta başka arkadaşlarım da vardı. Onlar da alabilirlerdi ama sen aldın. 'Bunu Mia'ya ben veririm.' Diye görevi üstlendin. Ne kadar ince bir davranış..."
"Bana da bir mektup verdi. O yüzden sorun değil."
"Öyle deme. Son zamanlarda kimse başkası için bir şey yapmak istemiyor. Yardım duygusu kalmamış bu zamanlarda." Derin nefes alması ve suratını büzüştürmesinden sıkıldığını ve gitmek istediğini anlıyorum. "Şey... Kahvaltı yaptın mı? Buralarda bir yer biliyorum."
"Teşekkürler ama aç değilim."
"Benim yememi izleyebilirsin. Sonrasında acıkacağından eminim. Çok iştahlıyımdır. Annem hep 'o kadar aşkla yiyorsun ki karşısındakinin iştahını açıyorsun' der." Bir yandan bu hiç bilmediğim caddede kahvaltı servisi yapıyor gibi görünen bir restoran arıyorum. Yürümeye başladığım için istemsizce peşimden geliyor. "Yeni profesörü gördün mü? Benden de dağılmış durumda." Diye yeni bir konu açıyorum. Devamında ne anlattığımın önemi yok. Kafasını dağıtayım yeter. Sonunda güzel bir kafe kestiriyorum gözüme ve giriyoruz. Daha önce gelmişim gibi davranıyorum ve 'her zaman' oturduğum masaya geçiyorum. Samimi davrandığım garsonun benimle ilgili hiçbir bilgisi yok.
"Pankek lütfen ama biliyorsun. İyice pişmiş seviyorum. Ayrıca çırpılmış yumurta, sebzeli. Ve son olarak taze sıkılmış portakal suyu." Bütün dişlerimle gülümseyip garsonu gönderiyorum ve karşımda sıkkın oturan oğlana bakıyorum.
"İnanmıyorum. Daha ismini bile sormadım değil mi?"
"Declan." Diyor bu kısmı atlamak istercesine.
"Memnun oldum. Declan, ben de Mia Rodriguez." Gülümsüyor ve ben Oscar ödülünü kazanmış kadar seviniyorum. İçimde umut çiçekleri yeşeriyor. "Hırkanı sevdim. Şey... Moda ve rahat görünüyor. Kumaşı da yumuşak sanırım. Ve siyah." Anı tuhaflaştırmasam olmuyor sanki. Çeneni tutmayı öğren Mia!
"Ben de saçlarını beğendim. Siyah ve kıvırcık... Başka tuhaf bir iltifatın var mı?" Pekâlâ, belki göründüğü kadar sıkıcı biri değildir.
"Hımm." Yüzünü inceliyorum. Ben baktıkça aydınlanıyor gibi. Yuvarlak elmacık kemikleri ve zekice bakan gözleri var. Benim kadar çilli sayılmaz ama bir sürü ben görüyorum yüzünde. Dağınık kahverengi saçları ideal uzunlukta... Ve dalgalı. Kaşının üstündeki küçük yara izini yakalıyorum.
"Yara izin de çok havalı. Kötü çocuk tavırlarına yakışıyor. Gözlerinin altının morluğuna uyuyor yani. Hepsi düşünülmüş gibi." Gülüşünü gizlemek için başını öne eğiyor. "Tahmin edeyim en sevdiğin film Donnie Darko."
"Aslında Big Fish. En sevdiğim film." Hayretimi biraz abartıp ağzım açık ona bakıyorum.
"Pekâlâ, sen benimkini tahmin et."
"Clueless, Pretty Woman, Amelie."
"Hem kötü çocuk hem de zihin okuyor." Diye çıkarım yapıyorum garson önüme pankeklerimi koyarken. "Üçünü de çok severim." Ağzıma kocaman bir dilim atıp tekrar konuşabilmek için hızlı hızlı çiğniyorum. "Ne okuyorsun?"
"Sosyoloji okuyorum. Üçüncü yılım."
"Psikoloji. Üçüncü yılım." Diyorum çatalla kendimi gösterirken.
"Nasıl olur bilmiyorum. Psikologlar konuşmaktan çok dinlemezler mi?"
"Sen bana çenesi düşük mü diyorsun?"
"Hayır, hayır, sesli düşünüyordum."
"Buralı mısın?"
"Sayılır. Buraya yakın bir yer... Sen?"
"Kanada, Toronto." Akçaağaç şurubunu kutsal bir şeymiş gibi havaya kaldırıyorum. Yine gülümsüyor. "Evet Declan. Sevgilin var mı?"
"Yok." Diyor öne eğilirken. "Senin var mı?" Başımı hayır anlamında iki yana sallıyorum, sanki umurumda değilmiş gibi.
"Platoniğim. Lisede falan sevimli sayılabilirdi ama bizim yaşımızda utanç verici oluyor." Portakal suyundan kocaman bir yudum alıp ekliyorum. "Kendisi komşum olur. O da kötü çocuk, senin gibi. Karanlık tavırlar, eve değişik kadınlarla gece yarılarında gelmeler ve sürekli sarhoş... Bir kızın arzulayabileceği her şey!" Yine gülümsüyor. Tanrım! Bu işte git gide iyi oluyorum. Siyah bulut iyice gerilemiş durumda. "Bugün için planların neler?"
"Eve gideceğim."
"Bu kadar mı?" Omuz silkiyor. "Arkadaşımın evinde Harry Potter maratonu yapacağız. Yirmi bir yaşından büyük bir grup eziğin oturup Harry Potter izlemesi kadar üzücü başka bir şey olamaz. Kesinlikle gelmelisin. Gelirsen belki daha fazla tuhaf iltifatta bulunurum?" Ellerimi yalvarır gibi önümde tutuyorum. "Numaranı ver. Konumu göndereyim." Geleceğinden emin olamıyorum ama itaatkâr bir şekilde numarasını söylüyor ve kaydediyorum. Yemeklerden iz kalmamış durumda. Tabaklar neredeyse hiç kirlenmemiş gibi görünüyor. Kafenin kapısında el sıkışıyoruz.
"Memnun oldum." Diyorum gülümserken.
"Hayatımın en tuhaf ve rahatsız edici tanışmasıydı." Kaşlarımı çatıyorum. "Ama ben de memnun oldum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Renkleri Gören Kız
Novela Juvenil"Sen peki? Uzaya gitmek için mi astronot olmak istiyordun?" "Aslında dünyayı terk etmek için."