Yavaş hareket eden asansörün içinde kısa ama bana göre uzun gelen zaman içerisinde zihnimde milyonlarca kurgu tasarlamış ve kurgularım sayesinde strese girmiştim. Tam derin bir nefes almışken asansör durdu ve sürgülü kapılar iki yana açıldı. Kapalı asansörden çıktığımda iki yana doğru boylu boyunca uzanan ve sadece benim olduğum bölgenin aydınlık olduğu-yani devamı oldukça kalabalıktı- koridorlar hastaneyi andırmıştı ya da sadece ben fazla büyüttüm bu durumu. Tamda Jeon'un dediği gibi hemen sağımda kahverenginin en açık tonuna sahip bir kapı vardı ve kapı üzerinde gümüş renklerle "29" yazıyordu. Muhtemelen doğru kapıdır diyerekten yaklaştım ve hemen sağda duran siyah zile bastım. Şu ana kadar her şey normal ve sıradandı. Çok değil, kendimde çeki düzen verecek kadar vakit sonra, kapı açıldı ve adının Namjoon olduğunu tahmin ettiğim genç adam beni görünce gülümsedi. Benden büyük olduğu hem boyundan hem de yapısından belliydi, oldukça olgun gözüküyordu ama gülünce çıkan gamzeleri sanki tüm olgunluğu iki eliyle ittirmiş gibiydi. Garip ama göze hoşnutluk veriyordu.
"Kim Taehyung."diye gür bir şekilde konuştum elimi ona doğru uzatırken. Kaşlarını kaldırdı ve ismini söyleyerek o da elimi sıktı ki ardından hafiften kenara çekilerek içeri girmem için işaret verdi. Solumda salon olduğunu düşündüğüm bir oda, karşımda mutfak ve sağımdaki koridorda ise harici üç oda vardı. Mutfakta pişen yemeklerin kokusu odaya yayılmasın diye açılmış balkona rağmen ev oldukça sıcak ve güzel kokuluydu. Eğilip ayakkabılarımı çıkartırken koridorun sonlarına doğru tam olarak hangi parça olduğunu kestiremediğim hoş bir piyano sesi geliyordu. Üç odanın da kapısı kapalıydı, bu yüzden hangisinden geldiğini anlamak güçtü.
Namjoon kapıyı ardımdan kapatırken, "Kapalı olan ilk kapıya gideceksin. Kapıyı,girmeden önce, tıklat ve eğer bir şeye ihtiyaç olursa ben mutfaktayım ya da salonda!"diye konuştu sonra zaten dediği gibi mutfağa gidip tencerenin kapağını açtı ve yemeği karıştırdı.
Sağa doğru dönüp yavaş tuttuğum adımlarla bahsettiği ilk kapalı odaya doğru yürüdüm. Piyano sesi kısa da olsa bir sessizliğin ardından tekrardan çalmaya başladı ki şimdi hangi parçanın olduğunu daha iyi anlıyordum. Boğazımı temizleyerek kapıyı iki kere tıklattım ama içeriden herhangi bir talimat belirten söz gelmeyince dudaklarımı büzdüm ve kapıyı yavaşça açtım. Kapalı kapılar sayesinde koridora hakim olan karanlığa nazaran Jimin'in odası oldukça aydınlık hatta lavanta kokuyordu ki bunun sebebi hemen kapının yanında duran taptaze lavanta buketiydi. Hemen karşımda bir pencere yerine duvar boyunca camlar vardı ki uzun olan camı açtığında mutfakla bağlantılı olan balkona çıkıyorduk. Solumda büyükçe bir çalışma masası-oldukça dağınık- ve çalışma masasının üstünde çizime dair her türlü eşya vardı ve hatta masanın çevresine dağılmış ve göze hoşnutluk veren bir sürü çizim vardı.
Bakışlarımı etrafta gezdirmek yerine nihayetinde yatağa uzanmış ve etrafa bakınan beni izlemeye başlamıştı. Telefondaki fotoğrafların aksine siyah saçları ve solgun bir yüzü vardı. Gülümsedim ve "Chopin, değil mi çalan?"diyerek kapıyı kapattım ve yanına doğru yürüdüm."Evet, sever misin?"diyerek yavaşça doğruldu ve minik ellerini saçlarına koyarak biraz karıştırdı. Bağdaş kurup yatakta yeterli alan bıraktığında sorusuna onaylarca cevap verdim ve hiç zaman kaybetmeden yanına oturdum. Eğdiği başını kaldırıp ciddi bir ifadeyle gözlerime baktığında eğer o an aklımda soru varsa bile anında unutmuştum. Yarım bir şekilde güldükten- ki bunun alaycı bir gülüş olduğu her halinden belliydi- sonra bakışlarını benden çekip balkondaki saksılara yöneltti, yani en azından bakış açısı o yöndeydi.
"Neler olduğunu biliyorum. Açıkçası birinin telefonumu bulacağını tahmin etmemiştim. Tebrikler."
Minik olan elini sıkmam için uzattığında sersemlemiş bir şekilde elini sıktım. Avucumda kaybolan soğuk elleri, küçük olmasına rağmen tüm vücudumu üşütmeye yetmişti. Boğazımı temizleyerek elimi geri çektiğimde uzun süredir göz teması kurduğumuzu farkettim. Sahi, hangi ara buluşmuştu gözlerimiz?
"Solmuş lavantaların kokusunun bir yerden sonra yok olduğunu biliyor muydun?"
Yine bi dünya anlam vardı belkide bu sözlerde, neler anlatmak istiyordu kim bilir? Gülümsedim ve içimde kendimi defalarca kez tebrik ettim. Sonunda solmak üzere olan lavantayı bulmuştum, geriye onu iyileştirmek kalıyordu.
Onu taklit ederek saksıların olduğu yöne doğru çevirdim ben de bakışlarımı ama her ne kadar ciddi olmaya çalışsam bile garip tebessüm bir an olsun silinmiyordu yüzümden."Sevgili, Kim Taehyung. Peki telefon haricinde buraya asıl geliş amacın nedir?"
Sorusu üzerine yerdeki saksılarda olan bakışlarımı gökyüzüne doğru çevirdim ve düşündüm biraz. Park Jimin'i sonunda buldun, Kim Taehyung. Peki bundan sonra ne olacak?
"Tanrı'nın bana bahşettiği bir güzellik olan lavantalarımı hakkıyla korumak aslında en temel amacım."
Bakışlarım, bakışlarıyla buluşsun diye epey çaba harcadım ve nihayetinde utangaç bakışları bakışlarıma yakalandığında ikimiz de şaşkındık aslında epeyce.
"Bulduğum lavantayı yaşatmak için elimden gelenin en iyisini yapmaya hazırım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Found my Soul ℘ Vmin
FanfictionKaybolmuş bir gençliğin arkasına saklanmış sırlar... Park Jimin o sırlarda yaşıyor herkesten habersiz. Öldü mü? Yoksa yaşıyor mu? Kimse bilmiyor.