Taemin, sipariş ettikleri kahveler gelince boğazını temizledi ve kahvesini iki avucuyla tutarak konuşmaya başladı.
"Hoseok'la üç gündür konuşmuyormuşsun ve Hoseok'a sorduğum halde bana anlatmıyor."
Tae derin bir nefes alırken, "Niye bu kadar merak ediyorsun anlamıyorum."diye mırıldandı.
"Çünkü, Kim Taehyung, sizin sevgili olmanıza yardım eden kişi benim ve uzun sürmüş olan ilişkinizin bozulmasını istemiyorum."
Tae başını hafiften eğip kahve bardağının başıyla yavaş hareketlerle oynarken bir yandan da ne söyleyeceğini düşünüyordu ve nihayet kelimeleri bir araya getirdiğinde boğazını temizleyerek ve son derece ciddi bir ifadeyle karşısındaki meraklı beye soğuk bir bakış attı.
"Neden olay bende patladı anlamıyorum. Hoseok'un işim var dediği halde partilerde dolanması sorun değilde benim konuşmamam mı sorun? Ara vermek istiyorum o halde dedim, Taemin. Anladın mı? Şimdi lütfen beni bir daha bunun için rahatsız etme."
+-+
"İstemiyorum. Onu da istemiyorum, hiçbir şey yapmak istemiyorum. Jin-ah, seninle dolaşmak bile istemiyorum. Tüm gün boyunca yatmak ve yatmak ve süt içmek istiyorum. Sütün var mı?"
Seokjin elindeki poşeti yavaşça kenara koyarken "sütüm var ama keşke istediğin türden olsa."diye mırıldandı.
"Jin hyung, pisleşme yine."diye konuşuyorken uzandığı koltukta sağa doğru döndü ve tüm pikeyi üzerine attı Kim Taehyung. Bir çeşit depresyona girdiğini düşünüyor ve kendince mooda girmeye çalışıyordu. Depresyona girmişti çünkü Hoseok'u özlemişti ve öğrencileri onun lafını hiç dinlemiyordu ve bulduğu telefonda yapabildiği tek şey mesajları okuyabilmek olmuştu.
"Napıyorsun Tae?"
"İntihar ediyorum, yeter yaşadığım."
Jin derin derin aldığı nefesi sesli bir şekilde verirken Tae'ye yaklaştı ve uçlarından tuttuğu pikeyi hızlıca üzerinden çekti ve geri tutmasına fırsat tanımadan onların oldukça uzağına doğru fırlattı.
"Saçmalamayı bırak, salak. Yakında barışırsınız zaten ama bu telefon işi ne oldu? Düzgün otur bi konuşalım."
"Pek bir şey yok, mesajları okudum sadece."diye konuşurken isteksiz isteksiz, yattığı yerinden yavaşça doğruldu ve başını hemen yanına oturmuş büyüğünün omzuna yasladı. Neredeyse otuzuna girecekti ama Jin'in gözünde hâlâ liseliymiş gibiydi Taehyung.
"Birilerini aramayı denedin mi?"
Tabiki düşünmemişti, bu yüzden aydınlanmış bir şekilde gözlerini büyüttü ve tebrik edercesine elini büyüğüne uzattı ama karşılık alamayınca kendi elini kendisi tuttu.
"Bak şimdi"dedi telefonu sehpanın üzerinden alırken. "Mesajlarını silmediği iki kişi var; Min Yoongi ve Jeon Jeongguk. Okuduğum mesajlara göre Min Yoongi onun eski sevgilisi ama Jeon'dan emin değilim. Mesajları okumayı tam bitiremedim."
"Sen önce Min Yoongi'yi ara. Bir sonuca ulaşamazsak önce Jeon'un mesajlarını okur sonra da onu ararız."
Tae sessizce rehbere girdiğinde Min Yoongi'nin adını bulup hiç düşünmeden aradı ve sesi hoparlöre alıp dudaklarını dişleyerek beklemeye başladı ve hatta "bence açmayacak"diye de mırıldandı.
Telefon çaldı,
Çaldı,
Ve çaldı.
Elbette pes edip kapatmayı düşüdüler,
Telefona cevap vermeseydi eğer.
"Efendim, Park Jimin?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Found my Soul ℘ Vmin
FanfictionKaybolmuş bir gençliğin arkasına saklanmış sırlar... Park Jimin o sırlarda yaşıyor herkesten habersiz. Öldü mü? Yoksa yaşıyor mu? Kimse bilmiyor.