Kırdığım pencereden gelen soğuk rüzgar boş odanın içinde dolandıktan sonra vücudumu titretmiş, çıplak ayaklarımla bastığım taş zemini yalayıp geçmişti. Elimden akan kanın zeminde çıkardığı ses odada yankılanırken gözlerim karşı duvarda yazan yazıya odaklanmıştı. Düşüncelerimi kontrol edemiyordum. Vücudumu ileri geri sallarken karşı duvarın köşesinde karanlık bir silüet belirdi. Yavaş yavaş yüzü ve kıyafetleri belli oldu. Üzerinde sade beyaz bir elbise vardı saçları ise omuzlarından dökülüyordu. Teni bembeyazdı ve benden yardım istiyordu."Abla yardım et bana, kurtar beni!"
Sol gözümden tek damla yaş yanağımdan aşağıya kavisli yollar çizerek ilerledi. Ağlamama hıçkırıkta eklenince oturduğum köşeden kalktım. "Çık kafamdan çık!" Diye bağırarak iki elimle kafama baskı uyguladım. Kafamda binlerce ses binlerce değişik insan...
Dayanamayıp kafamı art arda duvara vurmaya başladım. Bir yandan vuruyor bir yandan bağırarak "Çık,çık,çık!" Diyordum.Kapıdan gelen konuşmalar ve kapının açılma sesi durmama neden oldu. İçeriye ilk giren kişi siyah saçlı, beyaz üniformalı ve orta yaşta olan hemşireydi. Bana uzun bir bakış attıktan sonra kaşlarını çattı ve odanın kapısını açık bırakıp çıktı. Sırtımı duvara dayadım, aşağıya doğru kayarak yere oturdum. Tek dizimi büktüm. Diğer bacağımı da düz uzattım. Gözlerimi her açtığımda kardeşimin silüetini görüyordum, kapattığım zamansa yerde yatan ölüsünü. Düşünüyorum da her geçen gün daha da kötü oluyorum. Yemek yiyemiyorum, uyuyamıyorum, eskisi gibi gülemiyorum, ruhum kardeşimle birlikte öldü sanki. Duygusuz, nötr ve kalbi olmayan kıza dönüşüyorum. Bana verilen haplar beni iyileştireceğine daha çok delirtiyor. Bu, bir yatak, bir masa bir de penceresi olan oda'da kendime zarar vermekten başka bir şey yapmıyorum.
Gözlerimi açıp onun benden yardım dilemesini görmektense yerde yatan ölüsünü görmek daha iyidir diye düşündüm ve gözlerimi kapattım. Tam o an kapı tarafından gelen sahte öksürük sesiyle irkildim. Başımı o yöne çevirdiğimde gülümsediğini farzettiğim kişi ayakta dikili bir şekilde bana bakıyordu. Elleri cebinde kapının kenarına yaslandı. Başındaki kapüşonu alnının tamamını kapatmıştı. Sadece yüzünü görebiliyordum. Ama erkek olduğu bariz belliydi. Gülümsemesi gittikçe sinsi hal almaya başlamıştı. Umrumda mıydı? Tabiki hayır. Sessizlik odada hüküm sürerken hala orada beni izliyordu.
-Ne istiyorsun!?
-Etrafıma baktım da galiba her şeyi.
-...!
-Şşşş. Ağzını toplamalısın. Bir kıza yakışacak kelimeler değil.Konuşmamız buraya kadardı. Yaslandığı yerden doğrulup bana doğru gelmeye başladı. Bir adım ötemde durup "benimle gel!" Dedi. Ona boş boş baktım. "Annen ve baban seni bekliyor." Dedi ve kollarını göğsünde birleştirdi. İfadesiz çıkan sesimle "onlar öldü." Dedim. "Peki gözlerinle şahit oldun mu öldüklerine?" Sorusu üzerine bakışlarımı ona çevirip gözlerine odaklandım ama izin vermedi, gözlerini kaçırdı. Kollarını çözüp arkasına döndü ve yürümeye başladı. İsteksizce ayağa kalktım. Peşinden gitmeye başladım. Bembeyaz koridorun sonunda kirli ve kırık bir kapının önünde durdu. Benim gelmemi bekledi. Yanına vardığımda kapıyı açmam için eliyle işaret etti. Tereddüt etsemde elim benden izinsiz kapı koluna gitti. Hareketlerim kontrolsüzdü. Sanki başka birisi kontrol ediyordu beni. Kapıyı açtığımda ilk önce şiddetli bir rüzgar esti. Gözlerimi kör edecek kadar ışık vardı. Etrafım gözükmüyordu. Ellerimi gözlerime siper ettim. Işık hafiften kaybolduğunda kulağıma denizin dalga sesi, burnuma tuzlu denizin kokusu geldi. Gökyüzü koyu gri rengine bürünmüş, her an etrafı yerle bir edecekmiş gibi hazır duruyordu.
Saçlarım rüzgarın etkisiyle uçuşurken bir adım geri çekildim. Beni engelleyen hiçbir şey olmadığı için arkama baktım. Kapı yok olmuştu. Kapının yerinde siyah bir duvar vardı. Kaşlarım önce şaşkınlıktan kalkıp sonra endişe ve korkunun verdiği karışık duyguyla çatılmıştı. Olduğum yerde dönerek etrafıma baktım. Kapüşonlu çocuk kaybolmuştu. Yoktu. Yok olmuştu. Siyah duvara doğru koştum. Ellerimle duvarı yokladım herhangi bir çıkış var mı diye fakat ne bir işaret ne de bir pürüz vardı. Umutsuzca hâlâ duvarı yoklarken büyük bir gürültü duyuldu ve duvar hareket etmeye başladı. Kaçışım yoktu, duvara karşı gelmenin bir sonucu yoktu, bağırmamın ve haykırmamın bir faydası yoktu. Duvar hızla uçuruma doğru ilerlerken beni de önüne katıp sürüklüyordu. Uçurumun dibine kadar geldim. Duvar biraz daha ilerlese düşecektim. Ama garip bir şekilde durdu. Duvara döndüğümde kırmızı yazılar belirmeye başlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Uçurum
Teen FictionElim kolum bağlı bir sandalye de oturuyorum, Yanımda iki adam. Tam karşımda yerde yatan bir çocuk. Savunmasız, masum, günahsız ve çaresiz... Ruhu çoktan özgürlüğüne kavuşmuş olmalıydı çünkü ölmüştü. Bir çocuğun en kötü ölüm şekliydi. Ağlamalarım...