15

393 43 13
                                    


Felix kahvesini yudumlarken sıcacık kollar boynuna dolandı. Ardından yanağına değen dudaklar ile kaskatı kesildi.

"Benden, minik sevgilime."

Felix'in karşısındakı beden utançla gülümsemişti. Felix, ağır bir vicdan duygusu hissediyordu. O gece duyduğu sesler onu tuhaf hissettirmişti. Ama karşısındaki bedeni o sesten daha çok seviyordu, onun sesini bile.

Kendisi de uzanıp kendi dudaklarını onun şişkin yanağına bastırdı.

"Buda benden, cesaretli adamıma."

Felix gülümseyerek kahvesini içmeye devam etti. Gözlerini kafede gezdirdi, gördüğü suratla şaşırdı. Hem ona bakan kişiden dolayı, hemde bakışlarındaki ağır duygudan dolayı şaşırmıştı.

Chang Bin, büyük bir nefretle Felix'e bakıyordu.

Felix etrafına bakındı, Chang Bin'in başka birine bakıp bakmadığını kontrol etmek için. Chang Bin'in direkt kendisine baktığını anladığında dudaklarına gülümseme serpiştirdi, elini salladı.

Ama hayır, Chang Bin'in bakışları değişmemişti.

Değişik hissetmeye başladı Felix, bakışlarını telefonla ilgilenen bedene çevirdi.

'Bu senin eserin Chang Bin. Senin sayende gözlerine bunu gördün. Neden gurur duymuyorsun? Onu elde edemedin, kaybettin, sinirlenmeye hakkın yok. Veya kıskanmaya.'

Chang Bin ezilen kalbinin çıkardığı çığlıklardan başka ses duymuyordu.

'O şu an orada, sevdiği adamın kollarında, mutlu. Sen mutlu musun? O gün o kadar içmeseydin, kıskançlığa yenik düşüp o mesajı atmasaydın belkide şansın olabilirdi. Ama senin sayende yok.'

Chang Bin nefes alamıyormuş gibi hissediyordu. Kalbi sıkışmıştı, derin derin soluklanıyordu.

Yorganı üzerinden attı, elinin tersi ile terli alnını sildi.

Ne yani, hepsi bir rüya mıydı?

Rüyasında Felix'in hissettiklerini hissetmişti. Şaşırdı, Felix vicdan azabı mı çekiyordu?

Başını kaşıdı anlayamıyordu.

Derin bir nefes aldı, rüyasında bile onu kıskanmıştı.

Minho gözlerini ovalayarak yatağında oturur pozisyona geçti. Ardından zaten karışmış olan saçlarını elleri yardımıyla dahada karıştırdı. Mutfaktan güzel kokular geliyordu, kaşlarını çatarak yatağından ayrıldı, mutfağa doğru ilerlemeye başladı.

Sonunda mutfağa vardığında Bang Chan'ı değilde Jisung'u gördüğünde afalladı.

"Burada ne işin var? Chan nerede?"

"İlk olarak sanada günaydın. Gördüğün gibi sana kahvaltı hazırlıyorum. Bang Chan ise WooJin'in yanında."

Minho bir süre düşündü. "Niye bana kahvaltı hazırlıyorsun ki? Evimin adresini nasıl buldun?"

Jisung kırık şekilde gülümseyerek tavadaki sosisleri karıştırdı. "Teşekkür etmen gerekmez mi?"

"Teşekkür ederim, şimdi, evimin adresini nereden buldun?"

Jisung dolapların birinden beyaz bir tabak çıkardı. Tavandaki sosisleri tabağın üzerine yerleştirdi, önceden pişirdiği yumurtayıda sosislerin yanına koydu.

"Cevap verecek misin?"

Jisung, Minho'nun suratına bakmadan masayı hazırlıyordu."Hayır."

Minho sinirle üfledi, sonunda pes edip bir sandalye çekip oturdu. Jisung masayı hazırladığında Minho'nin karşısına oturdu.

"Afiyet olsun."

Minho bir gariplik sezmişti, aynı şirkette stajyerlik yaptıkları zaman bırakın kahvaltı hazırlamayı Jisung Minho'ya günahını bile vermezdi.

"Ne oldu sana böyle? Ne değişti 3 yıl içinde? Sen böyle değildin."

"Her insan değişir Minho. Bende değişen insanlardan biri oldum. Kahvaltını et, yoksa kırılırım."

Minho kollarını birbirine doladı, hafif bir mutluluktan uzak sırıtışla Jisung'u süzmeye başladı.

"Öyle bakmayı kes. Kahvaltını et, bugün çekimin var."

"Evet var. Ve ben hastayım, yani yok."

"Konuşma şekiline hayranım. Söylediğin cümleden hiçbirşey anlamadım."

"Hasta olduğum için çekimim yok."

Jisung'un içini merak duygusu sarmıştı, birazda endişelenmişti.

"Hasta mısın?"

Minho başını salladı. Fakat şu an iyiydi.

"Kalacak yerim olmadığını düşünüyorum. Yah! Ben o zengin modellerden değilim. Anlayacağın en düşük seviyede bir pansiyonda kalabilirim. Şirketten yardım mı istiyeyim? Kafayı mı kaçırdın sen! Yapmam."

Hyunjin elindeki bez parçasını sıktı.

"Chang Bin, bana acil kalacak bir yer lazım. Beni çiğ çiğ yerler sokaklarda."

"Ne dedinde baban seni evden attı?"

"Ona eşcinsel olduğumu söyledim sadece."

"Pardon ama mal mısın sen!"

Hyunjin telefonu kulağından uzaklaştırdı.

"Sakin ol."

"Lan evden atılmışsın!"

"Söylediğin için teşekkürler, Chang Bin bana yardım edecek misin?"

"Deneyeceğim."

"Peki şimdiden teşekkürler. Kapatmam lazım, bay bay!"

Hyunjin telefonu sinirle kapattı. Telefonunu cebine attı, valizinin sapını tuttu. Sokaklarda dolaşırken kendini çok başıboş hissetti. Sanki onu koruyacak kimse yokmuş gibi hissediyordu, ürperdi, tüyleri diken diken olmuştu.

"Hey, Hyunjin!"

Hyunjin omzunun üzerinden arkasına baktı, gördüğü bedenle tüm o hissettiklerini unuttu.

Seungmin ona doğru ilerliyordu, hızlı şekilde.

Seungmin derin nefesler alarak Hyunjin'in yanına vardı. "Bu valiz ne demek? Nereye gidiyorsun?"

"Hiç. Dolaşıyorum valizimle."

Seungmin kaşlarını çattı. Hyunjin ona baygın bakışlar atıyordu.

"Ciddi misin? İyi misin, yorgun gözüküyorsun."

Hyunjin omuz silkti. "Olabilir, 2 gündür uyumuyorum."

"Gel, bir yerde konuşalım. Benimle rahatça konuşabilirsin, gidelim mi?"

Hyunjin'in kalbi göğüs kafesini parçalarcasına hızlı atmaya başlamıştı. Sen değil, biz gibi konuştu, dedi içinden.

"O-olur."

Bu güzelliği bırakıp, gidiyorum^^

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


Bu güzelliği bırakıp, gidiyorum^^

Don't smile | Changlix Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin