tanıtım

2K 209 57
                                    

Sıradan hayatınızın her zaman sıradan kalacağına ve hiçbir zaman filmlerdeki gibi bir hayat yaşayamayacağınızı anladığınızda, yani kabaca hayatın umudunu tutan kutunun kapağından elinizi ayağınızı çektiğinizde önünüze taşak geçer gibi bir mucize düşüverir. Küfür ettiğim için üzgünüm, Rigel'ın yeni temelini atan terbiyesi için bu gibi taşaklı durumlarda küfür etmemeye özen gösteriyorum.

Dediğim gibi, şansınız varsa bütün umutlarınızı yitirdiğinizde hayat size bir mucize verir, bu mucize her şekilde karşınıza çıkabilir.

Sıradan bir hayatım, sıradan bir işim, sıradan bir ailem ve sıradan arkadaşlıklarım vardı. Bazen dünyanın bütün sıradanlığını üstlenmişim de diğer herkesin dışında kalmışım gibi hissetmekten kendimi alamıyordum, bu his beni genelde geceleri başımı yastığıma koyduğumda yakalıyordu zaten.
Yirmi altı, hatta yirmi altı buçuk yaşında, şekerli diş macunları üreten bir firmanın çalışanıydım. İnsanlar güzel sanatlar okuyan birinin şekerli diş macunu üreten bir fabrikada ne yaptığını değil, o fabrikaya gelene kadar neler yaşadığını sorgulamıyor bazen, bu da benim cinlerimi tepeme çıkartıyor ama ağzım torba, sıkıveriyorum.
Fakat bir zamandan sonra ben bile diş macunu üreten bir fabrikada, özellikle şekerli diş macunu üreten bir fabrikada ne bok yediğimi sorgularken birden bire istifamı verirken buldum kendimi. O kağıdı fabrika müdürüne uzatırken de öyle bir haz duydum ki bu tıpkı bir diş macunu fabrikasında, diş macunu tüpünü ortadan sıkmak gibiydi.

Fakat o haz fabrika kapısında son buldu çünkü dışarıya adımımı attığım gibi artık işsiz olduğum, açık söylemek gerekirse beş kuruşsuz olduğum yüzüme çarptı. Bir süre işsiz gezdim, annemin yanında kaldım fakat sonra gururuma yediremeyip tekrar evime döndüm. Bir süre sonra Oh ömrümü yiyip bitiren Sehun ise bu omuzları düşük, ruhu çekilmiş halime acıdı sanırım çünkü bana gelip dedi ki oğlum sana mükemmel bir iş buldum.
Heyecanlandım çünkü beş kuruşsuz kişiler kendilerine iş bulunduğunda heyecanlanırlar, bu yüzden bulduğu iş için attığı konuma gittim. Gözlerimin önünde mavi neon ışıklı bir tabela parlıyordu ve üstünde büyük harflerle DEJA VU yazıyordu. İçimden Oh Sehun'a saydırırken bir yandan da kapı girişinde dikilen iki adama sırıtıyordum, her an ağzımı burnumu kırabilecek bakışları yüzünden adım adım girdim içeri. Girdiğim an sanki iş için geldiğimi anlamışlar gibi güler yüzle karşılandım, tenha bir köşede ismi deja vu olan bir bar için fazla güler yüzlülerdi ama bunu sorgulamadım çünkü vaktim olmadı. Elime beyaz gömlek ve siyah bir kravat verildiğinde ise onları giydim ve sıkıcı hayatıma bir de garsonluğu ekledim.

Deja Vu'da çalışmaya başlamamın üzerinden bir yıl geçtiğinde hayatım her zamanki düzeninde devam ediyordu, tek farkı barda tanıştığım kişiler ile genişleyen çevrem ve edindiğim arkadaşlıklardı.

Bir de Rigel.

Rigel bana yıldızlı bir gecede, yorgunluktan ölü bir şekilde çıktığım işten eve giderken verildi. Evime attığım her bir basamakta kulağımı dolduran bebek seslerini daha net işittiğimde adımlarımı hızlandırıp kapımın önüne geldim. Bir sepetin içinde kutuplara gönderir gibi sarmalanmış, yanakları ve burnu kızarık, kocaman gözleri ve kiraz dudaklarıyla ağlayan kız çocuğu beni gördüğü gibi sustuğunda nefesimi tuttum.
Kimin, nasıl bıraktığını sorguladım bir süre ama o kapı önünde geçirdiğim on beş dakikada Rigel'ı o kadar benimsedim ki, başımı kaldırıp da gözlerimi göğe, Avcı'nın ayak bileğindeki mavi parlaklığa diktiğimde Rigel dedim kendi kendime, Rigel olsun mu senin ismin.

Rigel bana çok güzel bir günde verilirken, hayatımın ortasına da meteor gibi düştü.
Onu annemle, arkadaşlarımla tanıştırdım, hatta Deja Vu'ya götürüp Rachel'a bile göstermiştim kırmızı yanaklarını, Rachel barın tek hayat kadınıydı. Zaman akıp gitti, Rigel'ı benden alıkoyabilecek bütün engelleri tek tek kaldırdım önümden.
Rigel benimle emekledi, benimle yürümeyi öğrendi, benimle bir yaşına bastı, ilk kelimesini ise hâlâ duyamadım.

İki ay önce ise Rigel ile gireceğimiz yeni yıla dört gün kala gezdiğimiz sokaklarda bana, ağzına soktuğu yumruğunu çıkartıp salyalı parmaklarıyla bir dükkanın vitrinindeki uğurböceği desenli elbiseyi gösterdi.

"Bunu mu istiyorsun?" dedim elimle elbiseyi gösterirken, başını aşağı yukarı sallarken kucağımda hareketlendi.
"Bir girelim bakalım." birkaç adımda dükkana girdiğimizde her yerde olduğu gibi süslenen ağaçları görüp de kıkırdayan kıza gülümsediğimde çalışanlardan birine elbiseyi gösterdim, Rigel'a göre olan bir tanesini alıp çıktık o dükkandan.

İşte o an, Byun Baekhyun'u noele dört gün kala, kucağımda Rigel ve elimde de Rigel'ın uğurböceği desenli elbisesini tutarken gördüm.

milk&honey//chanbaekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin