Beyaz duvarlar her zamankinden daha fazla ruhsuzluğu ve ölümü anlatılıyordu. Kesik kesik ışınlar yollayan sönük ampüller, kolidoru fazla aydınlatmıyordu. Kafasının sağ tarafını tutmuş, acıyla yüzünü buruşturmuştu. Doğrulmaya çalıştığı vakit ise beyaz önlük giymiş kısa boylu kadın tarafından, üzerinde hafif bir baskı uygulanarak yatırılmıştı. Üzerinde olduğu sedye, adından başka her şeye benziyordu. Elzie bu kadar fakir bir hastaneye kapatılacağını düşünmezdi. Durumları da kötü değil bilakis çok iyidi. Rahatına düşkün, umursamaz bir ailede büyümüştü. Bir babaannesi vardı Elzie'nin. Onu çok sever ve sıcak davranırdı. Onunla konuşurken onun boyuna kadar eğilip yüzüne bakarak konuşurdu. Ona sürekli adaptan bahsedip, anne ve babasına karşı saygılı olmasını isterdi. O ise bunu saçma bulurdu. Neden onun fikirlerine karşı saygılı olmayan kişilere, saygı gösterisinde bulunsun ki? Saygıyı hakeden kişi sevgi de göstermeliydi oysa ki. Sedyenin altından kaymasıyla başka bir sedyeye geçmesi bir oldu.
"Elzie! Beni dinlemelisin. Ne hastalığın var? Bunu mutlaka bize söylemen gerekiyor tatlım."
Kafasını sağa doğru yatırarak, sitemli bir sesle kadına doğru konuştu.
"Bir şeyim yok benim!"
Kadın cevabını alamayacağını anlayarak kafasını sağa sola doğru çevirdi. Çocuk için gereken testleri hazırlayarak laboratuvarlara gönderdi. Daha sonra ise şehirde ki en iyi psikiyatristi çağırtacak acil bir uyarı yolladı. Çocuğu boş bir odaya alıp, kapıya iki güvenlikçi bırakıp odasına geçti. Masa üstünde ki kablolu telefonu kulağına dayayarak, sekreterine her zamanki gibi orta şekerli bir kahve ve yanına da birkaç tane pembe renkli şekerleme isteyerek aramayı sonlandırdı.
Birkaç dakika sonra elinde, içinde doktorun istediklerinin olduğu tepsiyi masanın üzerine bırakan sekreter, gözlerini birkaç saniyelik doktora dikerek odadan çıkması için onay bekledi. Hafif bir baş sallamasıyla doktor, sekreterin odadan ayrılması için gereken izni verdi. Rahat sandalyesinde biraz daha geriye yaslanarak sekreterin odayı terk etmesini izledi. Parmaklarını kahve fincanına uzatarak eline aldı. Bir yudum alarak sıcak kahvenin damağında bıraktığı tadın akışkanlığında kayboldu. Bu saatlerde içtiği kahvenin bıraktığı tadı hiçbir şeye değişmezdi. Kapattığı gözlerini, eski kasa masaüstü bilgisayarından gelen email sesi ile açtı. Bu acil olarak davet ettiği psikiyatristten gelen email di.
"Davetten yoksun acil bir çağrıyla beni davet etmen oldukça şaşırtıcıydı. Bayan July, gelmek isterdim fakat şu an hindistana giden bir uçağa bindim. Oraya gelmem imkânsız. Affedeceğinizi umarım. Halledeceğinizi düşünüyorum. Hoşçakalın..."
Alnındaki damarın belirginleşmesiyle doktor July, oturduğu yerden ayağa kalkarak eteğini düzeltti. Elleriyle başını ovalayarak, kapıya doğru ilerledi. Kapının kulpunu indirerek odadan çıktı. Bulunduğu katta koridorun sonuna kadar ilerleyip sekreterinin bulunduğu masanın önünde durdu. Ellerini açık bir şekilde masaya dayayarak sekreterin yüzüne doğru eğildi.
"Sonuçlar çıktı mı?"
"Henüz değil efendim. Ancak bir yarım saat sonra hazır olur."
"Hazır olunca odama getir. Hem de derhal!"
Sekreterin kafası oldukça karışmıştı. Karşısındaki doktor ona ilk defa bağırmıştı. Korkuyla başını olumlu bir şekilde aşağı yukarı sallayarak onayladı. Doktor arkasını dönerek, biraz rahatlamak adına merdivenlerden aşağıya inerek kendini bir hışımla bahçeye attı.
Uzun zamandır psikiyatrist ve doktor, bir yarışın içerisindeydi. Birbirlerinin ayağını kaydırmak için ellerinden geleni yapıyorlardı ama iki taraf içinde henüz bir kayıp yaşanmıyordu.
Sinirliydi. Üstelik çocuk oldukça küçüktü. Çocuğun her çaresiz anı gözünün önünden film şeridi gibi geçerken onun elinden bir şey gelmemesi, onun çıldırma noktasına gelmesinin sebebiydi. Hayatında belki asla yapmak istemeyeceği şeyi yaparak hadsiz psikiyatristten yardım istemişti. Fakat psikiyatrist yardım etmeyi yalanlarıyla reddediyordu. Kaşlarını çatmış, ufka doğru bakıyordu. Dalmış, öylece uzakları seyrediyordu. Kulağa aşina gelen tanıdık melodi etrafı sarıp, sessizliği yok ederken; kadın daldığı yerden çıkarak parmaklarını dar pantolonunun cebine koydu. Zorla yerinden çıkardığı telefonu cevaplayarak kulağına dayadı.
"Efendim, sonuçlar çıktı. Masanızın üzerine bıraktım."
"Teşekkürler."
Diyerek aramayı sonlandırdı. Rüzgârdan gözlerinin üzerine düşmüş saç perçemini geriye savurarak, hastane merdivenlerini çıktı.
Kendi odasının kapısına geldiğinde içini belli belirsiz bir tedirginlik kaplamıştı. Her şeye ramen yüreğindeki umutla kapı kulpunu indirerek içeriye girdi. Toplu masasının üzerinde birkaç A4 kağıdı vardı. Muhtemel sonuçların olduğu belgelerdi. Masanın arkasına geçerek rahat koltuğuna kuruldu. Ellerini belgelere uzatarak önüne çekti. İlk sayfada çocuğun sarmal DNA'sı bulunuyordu. Doktor, açılmış gözlerini biraz daha açarak pörtleştirmişti. Bir yanlışlık olmalıydı. Birbirine geçirilmiş bazlar, diğer insanların DNA'sına oranla ters bir şekilde koordine edilmiş, bazlar arasındaki boşlukları ise 'pt' elementi kaplıyordu. Doktor July, titreyen ellerini yok sayarak ikinci sayfayı açtı.
Kan grubu: belirsiz
Hücre sayısı: belirsiz
Kanda bulunan glikoz miktarı:belirsizHastaya ait hiçbir şey bilinmemektedir!
Bu cümle belki doktorun beyninde onlarca kez tekrarlandı. Bunun olması imkânsız diye geçirdi içinden. Bilimsel olarak bunun mutlaka bir açıklaması olmalı diyerek arama motorundan birkaç sekmeye girerek bulmaya çalıştı. Sonuç olarak ise böyle bir şey hakkında hiçbir şey bulunamadı. Kadının mesleki hayatında ilk defa böyle bir şey başına geliyordu. Masa üzerindeki kablolu telefonu eline alarak birkaç tuş çevirdi. Telefon ahizesini kulağına dayayarak sabırsızca telefonun yanıtlanmasını bekledi.
"Alo!"
Karşıdan gelen kalın erkek sesiyle, kadın kekeleyerek cevap verdi.
"E-efendim.. ben doktor July. Sizin 602 nolu öğrencinizdim. B-belki hatırlamazsınız. Fakat sizi acil olarak 'Özel Psikoloji Ruh ve Sinir hastalıkları, Bay Michael hastanesi'ne bekliyorum. Dediğim gibi çok acil bir durum oldu."
"Anladım bayan doktor July. En yakın zamanda orada olmaya çalışacağım. İnan bana sakin olmalısın. Çok acil ise diğer profösörlere de haber vermelisin."
"Peki profösör."
Karşı hattın aramayı sonlandırmasıyla doktor July birkaç profösöre daha haber verdi. Ardından aklına gelen isimle bir an tereddüte düşse de yine de denemekten zarar gelmez diyerek görüntülü bir konferans başlattı. Bilgisayardan yükselen arama sesi tüm odayı yankılatırken doktor July oldukça heyecanlıydı. Çalan telefon yanıtlanınca odada büyük bir sessizlik hakim olmuştu. Doktor July, bilgisayar ekranından görmüş olduğu görüntüyle, dolan gözlerini ekranda sabitledi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
DNA LANETİ
Mystery / ThrillerBir minyatür tablo vardı. Bir savaşı anlatan iki ruhu temsil ediyordu. Temiz ve berraklığı anımsatan mavi renk; kirli ve karanlığı hatırlatan kırmızı renk iç içe geçirilmişti. Birbirleriyle harmanlanan iki renk, birbirinden habersiz yıllar geçirmişl...