𝚊𝚚𝚞𝚒𝚟𝚎𝚛

731 54 10
                                    

"Ne yani bu rengin bana yakışmadığını mı söylüyorsun?"

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

"Ne yani bu rengin bana yakışmadığını mı söylüyorsun?"

Joohyun'un söylediğine güldüm ve elimdeki kitaplarımı göğsüme bastırarak yürümeye devam ettim, "Hayır öyle demek istemedim. Sadece önceki saç renginin daha iyi olduğunu düşünüyorum."

Joohyun dudaklarını büzdü, "Anlaşıldı. Tekrar kahveye döneceğim o zaman."

Her ne kadar böyle söylese de boyamak istemediği yüzünden okunuyordu. Kitaplarımı sol koluma sıkıştırırken diğer kolumu Joohyun'un omzuna attım ve sarıldım,

"Beni dinleme. Senin canın nasıl istiyorsa öyle yapmalısın." dedim ve başımı eğip yürüdüğümüz yoldaki kaldırım taşlarına baktım, "..sence de Roma çok güzel bir şehir değil mi?"

Joohyun bana dönmeden kafasını salladı, "Evet. Dünden beri jetlag yüzünden ölecek gibi hissetsem de bir an önce otelden çıkıp gezmek istedim."

"Ben de öyle.." dedim sessizce.

O sırada Joohyun birden heyecanlanarak bana döndü, "Seungwan bir düşünsene! Yıllardır bulamadığım ruh eşim belki de İtalya'dadır."

Hüzünle gülümsedim.

İstemeden de olsa aklım, köprücük kemiğimin biraz altında olan kar tanesine benzeyen (❅) ize gitmişti. Yaşadığım bu dünyada herkesin vücudunda herhangi bir yerde farklı bir izi vardı. Bu izin biriyle eşleşmesi demek, o kişinin ruh eşimiz olduğu anlamına geliyordu ve bu durumda birbirimize karşı asla azalmayan, kopmayan ve karşı konulamayan bir sevgi besliyorduk.

Ben bu hissi hiç tatmamıştım.

Şimdiye kadarki erkek arkadaşlarımın içinde bir tanesinin bile buna benzer bir izi yoktu. Belki de bu 'ruh eşi' masalına inanmamam gerekiyordu.

Yorgun bir şekilde nefes aldım, "Profesörün bahsettiği müze neredeydi?" diye sordum konuyu değiştirmek için.

Joohyun düşünceli bir şekilde nefes verdi, "Navigasyonun söylediğine göre buradan..sola..dönersek.." diyip durdu ve yuvarlak çerçeveli gözlüklerini itip sokağa baktı, "..hah! Bak şurası olmalı."

Beraber yol boyu süren hafif eğimli yokuşu çıktıktan sonra görkemli mermer bir binanın önünde durduk.

İçeri girdiğimizde bizi çok da uzun olmayan bir kuyruk bekliyordu. Hemen vakit kaybetmeden kuyruğa girdik ve içeri girmek için güvenliği beklemeye başladık.

On beş dakikanın sonunda sıra bize gelmişti. Güvenlikte bekleyen gri saçlı adama bakarak gülümsedim ve çantamı bandın üstüne bıraktım. Diğer tarafa geçecekken adam elimi gösterip İtalyanca bir şeyler söyledi, kitaplarımı elimde unutmuştum.

Hemen eğilerek özür diledim ve kitaplarımı da banda bıraktım. Diğer tarafa geçtikten sonra çantamı aldım. Kitaplarımı da aldıktan hemen çantama yerleştirmeye çalıştım ama sanki elim ayağım birbirine dolanmıştı. Kitaplarımı tam yerleştiremeyince hepsi bir patırtıyla yere düşmüştü.

[✓] burn to ashes » wengaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin