Changyang Xiang Tian

573 55 3
                                    

Birdenbire, Jian Chen'in elindeki kılıç kendi kendini kontrol etmeye başladı. Sanki bu uzun kılıcın kendine ait bir iradesi vardı. Kılıç, beklenmedik bir şekilde Dugu Qiubai'ye doğru, çok süratli bir şekilde ilerledi.

Uzun kılıcın sürati aklın sınırlarını aşıyordu. Dugu Qiubai ancak kılıç boğazına ulaştığında tepki gösterebildi. Kılıç, olağanüstü şiddetli bir Qi'ye sahipti. Dugu Qiubai, uzun kılıç boynundan geçerken gözlerini korkuyla açtı. Saldırının ardından sis, kılıcın kabzasını bir anda sardı. Kılıç, Jian Chen'in eline geri dönmeden önce kısa bir süre havada asılı kaldı.

Dugu Qiubai'nin boğazında yumruk büyüklüğünde bir delik oluşmuştu. Kılıcın ucu, Dugu Qiubai'nin boğazından geçerken yarayı daha da genişleterek çıktı. Buna rağmen, o boyutta bir yara açamayacak kadar ince bir kılıcın bu denli büyük hasar vermesi şaşırtıcıydı.

Dugu Qiubai'nin gözleri kılıca döndü ve gördüklerine inanamadı. Ne de olsa, imkansız bir olaya şahit olmuştu. Bir şey söylemek için ağzını yavaşça açtı ama ne yazık ki boğazı çoktan kullanılamaz hale gelmişti... Konuşamıyordu. Son bir çaresizlik hissi ve korkuyla birlikte, yavaşça yere yığıldı, bir daha da asla ayağa kalkmadı.

Jian Chen, yere yığılan Dugu Qiubai'ye bakmadan önce kılıcını sessizce sıktı; tuttuğu nefesini serbest bırakıp iç çekti. Hayatın bu son dakikalarında Kılıç Tanrısı olarak bir atılım yapacağını düşünmemişti. Fakat kendisi de -bir anlam ifade etmese de- ölüme yakın bir varlıktı.

Kesik nefesler alan Jian Chen'in gözleri yavaşça kararmaya başladı. Çığır açan bedeni güçlü olsa da şişlenmişti; ölümden kaçamazdı.

Kısa bir süre sonra Jian Chen, Dugu Qiubai'nin sonraki hayatına ilerleyen ayak izlerini takip etti. Sonra uçuruma ilerlerken yere yığıldı.

Jian Chen de düştükten sonra, bölgede bir zelzele başladı. Öyle ki kılıç benzeri dağ zirveleri, gökleri sallayan ve dağları ikiye bölen bir ses çıkardı. Her taraftan yağan sayısız kaya ve taş, dağın yamacına doğru yuvarlanıyordu. Gökyüzü mor ve yeşile büründü, gökler aydınlandı. Renkler adeta güzel bir tablo oluştururcasına dans ediyordu, ne Jian Chen ne de Dugu Qiubai'nin dünya gözüyle bunu görme imkanı vardı... Bundan sonra olacakları da göremezlerdi.

......

Geniş ve lüks malikanenin içinde ihtişamlı bir oda bulunuyordu. Odanın hemen dışında bir grup insan toplanmıştı. Genç bir erkek gaddar bir ifadeyle kapının önüne yürüdü, yüzü endişe ve çaresizlik içindeydi. Otuz yaşlarında gösteren adamın görkemli bir duruşu vardı. Her ne kadar biraz yaşlanmış olsa da bir zamanlar yakışıklı olduğunu ispatlayan gençlik hatları yerli yerindeydi. Yakışıklı yüzünün yanında, altın kaplı, gümüş bir chang pao* giyiyordu ve bu evin sahibi gibi duruyordu. Kaşları çatılmıştı, elleri yumruk şeklindeydi; kararlı bir ifadesi vardı.

Odanın üç metre dışına doğru uzayan grupta, gencinden yaşlısına 30 kişi vardı ve hepsi sıraya dizilmişti. Grubun yaşlıları buruşuk suratları ve beyaz saçlarıyla 70'li yaşlarda gösteriyordu. Ancak yaşlı olmalarına rağmen gözleri insanları korkutan ve titreten bakışlara sahipti. Tehditkar kapasiteleri gözlerinin parıltısından anlaşılabilirdi ve eğer insanlar onların yaşlı ve çirkin görüntülerine aldanırsa kaplan güçleri karşısında hazırlıksız yakalanırdı. Gruptaki erkeklerin geri kalanının yaşları 30 ila 40 arasında değişiyordu. Bu kişilerin duruşları sade ve bakışları sıradandı. Ancak, bu grubun normal kimselerden oluşmadığı daha ilk bakışta söylenebilirdi.

Ve tam karşılarındaki odada, acı içinde bağıran bir kadının sesi duyuluyordu.

"Hanımım, ıkınmaya devam edin, bebek neredeyse doğdu. Tekrar ediyorum, bebek neredeyse doğdu..." Acı dolu bir haykırıştan geriye, ses tonlarından sabırsızlık akan konuşmalar kalıyordu. Duyanlar bu sesin sahibinin yaşlı bir kadın olduğunu anlayabilirdi.

Kaotik Kılıç TanrısıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin