Medya: Nothing Like Us (Jungkook)
"Canın sıkkın gibi?" İlk dersten beri durumumu soran Jimin artık başımı şişirmeye başlamıştı. Patlamam an meselesi idi ve ben yeni gelmiş bir çocuğa bunu yapmak istemiyordum.
"İstersen bana anlatabilirsin. Kimseye söylemem." Göz ucuyla süzdüm onu. Farketmiş olacak ki gülümseye başladı. Gülümsediğinde kısılan gözleri beni benden alırken sözcükler ağzımdan teker teker kaçtı.
"Yarın ki partiye gidiyorum."
"Bunun nesi kötü? Bende gideceğim ama mutsuz değilim." Demek o da gidecekti... Min ji biliyor muydu?
"Öyle değil... ben partileri sevmem. Ayrıca oraya gitmek için bir eş bulmam gerekiyor."
"Eşin yok mu?" Tam ağzımı açıp mesaj olayını anlatacaktım ki birden diz çöküp bir elini bana uzattı.
"Senin gibi güzel bir bayanı eşsiz bırakmak olmaz. Şansa bak ki benim eşim yok. Eşim olmaya ne dersin? Hm?" Bu ani davranışı ile afallarken elim ayağım birbirine dolandı. Min ji etrafta mı diye kontrol ederken bana cevap bekleyen gözlerle bakan
Jimin' e döndüm."Aslında eşim var..."
"Demek var... Kim?"
"Tanımıyorum." Yüzüne tekrar bir gülümseme yerleşti.
"Ne demek tanımıyorum? İnsan eşi olan kişiyi bilmez mi?"
"Bilir işte ama ben bilmiyorum. Partide öğreneceğim. Söylemem gerekirse manyağın biri bana mesaj atıyor." Ağzından kahkahasını kaçırırken tuhaf bakışlarımı ona yolladım. Komik olan neydi?
"Komik olan ne?" Eliyle ağzını kapatıp bir süre kendini kontrol altına almayı denedi. Gülüşü... hoştu?
"Yüzünü bile görmediğin bir kişi seni mesajla böyle bir partiye gelmen için ikna edebildiğine göre baya kendine güveniyor olmalı."
"Ne demezsin... tehdit falan da etti."
"Sana tutulmuş?" Başımla onayladım onu. Sadece 2 gündür tanıştığım bu çocuk güvenimi kazanmış, beni kendine çekebilmeyi başarmıştı ve nedense kendimi rahatlamış hissediyordum. Bu olanları ilk ona anlatmam bunun göstergesiydi.
"Belki de ona bir şans vermelisin." Gözlerim sonuna kadar açılırken ona inanamadım.
"Hiç görmediğim, tanımadığım birine mi şans vereceğim?"
"Tabiki hayır. Yani çocuğu tanımak için ver diyorum. Belki de seversin?"
"Saçmalama Jimin!"
"Mesajlarınızı gösterir misin?" Çantamdan telefonumu çıkarıp mesaj bölümlerine girdim. En başına getirdikten sonra telefonu onun ellerine teslim ettim. Gizli saklım olmadığı için rahattım.
Oldukça yavaş bir şekilde telefonda parmağını kaydırırken sıkılmaya başlamıştım. Gözümün önüne gelen saçımı ağzımdan üflediğim havayla oynatırken dayanamadım.
"Mesajların keyfini mi çıkarıyorsun? Versene artık?" Ağzından 'ha?' Diye şaşkın bir ses çıkarırken telefonu bana uzattı. Sert bakışlarımı ona gönderip öğle arasının bitmesini bekledim. Resmen şu 30 dakika bana 3 gün gibi gelmişti.
"Ben kantine gidiyorum sonra görüşürüz." Sandalyeyi ittirip geriye doğru birkaç adım attım. Kollarımı nazikçe kavrayan parmaklarından gözlerine çıktı gözlerim.
"Rica etsem bana coğrafya ödevini verir misin? Yapmayı unuttum da..." başını yana eğip balonu elinden kaçmış çocuklar gibi bakmaya başladı. Resmen yavru köpek gibi gözüküyordu ve benim köpeklere karşı zaafım vardı. Hele de yavru olanlarına...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölüme 30 Gün
FanfictionDaha lise son öğrencisi olan Micha basit bir baş ağrısı sandığı hastalığıyla hastaneye gider. Gittiği gün hastaneye çok bulaşıcı ve ölümcül bir hastalık taşıyan bir hasta yatar. Birden tüm hastanenin karantina altına alınmasıyla olaylar da başlar.