FARAH

8.4K 182 32
                                    

Sessizliğin hüküm sürdüğü odanın içini yalnızca, saatten çıkan tıkırtılı sesler dolduruyordu. Önünde birikmiş dosyalardan birini seçti, artık işe bir yerden başlamalıydı. Belgeleri incelerken zihninde dönüp duran cümleler konsantrasyonunu bozuyordu. Gözü kağıtları tararken, dakikada bir karşısında duran saate bakıyor, tatmin olamamışçasına bir de kolundaki saate bakıyordu. Son birkaç gün onun gibi çetin biri için bile zor geçmişti, ağır bir yük binmişti omuzlarına. Hayatın kederi yine gölge gibi yapışmıştı ardına, bırakmıyordu peşini.

Uzun parmaklarını kahverengi, hırçın saçlarından içeriye daldırdı genç adam. Hıncını saçlarından almak istiyordu adeta, acısını; savunmasız tellerinden çıkarıyordu. Masasında beklerken dumanı sönmüş kahvesine değdi gözleri, dokunmasa da onun içilemeyecek kadar soğuduğunu biliyordu. Bu stresi kendine yakıştıramamıştı, o daima rahat ve pervasız olurdu hayata karşı. Hiçbir şey onu güçsüz düşüremezdi çünkü o bu savaşa çok küçük yaşta başlamıştı. Ağaç yaş iken eğilirdi; ancak o, daha yeşermeden evvel kabuk bağlamıştı, yaşadıkları onu olması gerekenden çok daha ergin bir adam haline getirmişti. Ondan mütevellit şimdi bu yakasını sağ bırakmayan sıkıntıya iyice dertleniyordu, savurup atması gerektiğini biliyordu. Tüm dertlerle başa çıkabilecek yapıdaydı, bunu da aşacaktı.

Kapısının güçsüz bir şekilde yumruklandığını duyunca başını masadan kaldırdı. Kapının diğer yanında bekleyen sekreteri odasına çağırdı.

"Engin Bey sizi çağırıyor efendim." dedi ince sesli kadın.

Sandalyesinden kalktığı gibi adımlarını kapıya çevirdi. Zaten çalışacak kafayı bulamamıştı kendinde, belki biraz ara vermek ona iyi gelebilirdi.

Kırmızı ruju, öndeki dişlerine bulaşmış, dişlek sekreterin yanından geçerken "Kahvemi yenileyin." diye emir verdi.

Koridor boyunca vücudunu gözleriyle taciz eden, dişileri görmezden geldi. Bu ilgiye aşinaydı ve hiç hoşlandığı da söylenemezdi. Kendinden on yaş büyük, belki de on beş yaş büyük kadınların yatak odası hayallerine dahil olmak midesini bulandırıyordu. Onun tipi kimse yoktu bu holdingde, yapışkan tiplerden hiç hazzetmezdi ve sanki ona inat eder gibi burada karşısına çıkan her insan da yapışık, lanet insanlardı onun fikrince.

Sessizliği severdi, yoktan yere kelimeleri israf edenleri hiç sevmezdi. Konuşmanın bile bir değeri vardı onun gözünde, hak ettiğinde konuşulmalıydı ki dudaklarından sıçrayacak her kelime gerçek anlamda bir önem taşıyabilsindi. Kendi gibi sessiz insanları severdi, buradaki aç gözlü dişilerden ziyade kendi halinde kadınları beğenirdi. Çünkü biliyordu ki kadın denen yaratık bu dünyaya gönderilmiş en tehlikeli cinsti. Makûs kaderini bir de bu dertlerle karalamaya niyeti yoktu, kadınları kendinden uzak tutuyordu. Onlar her ne kadar uzak durmak istemese de...

Büyük kapının önüne geldiğinde çalmaya gerek duymaksızın kulpunu çevirdi, açılır açılmaz kendini odanın içine attı.

"Gel, evlat." diye seslendi kır saçlı adam.

Çalışma masasının önündeki deri koltuklardan birine oturdu. Bedenini koltukta aşağı doğru kaydırarak rahat bir pozisyon seçti kendine. Karşısındaki adamın bu holdingin sahibi olması durumları değiştirmiyordu, en azından onun için değiştirmiyordu.

"Sorun ne?" diye sordu.

Delikanlının yerleştiği deri koltuğun karşısına oturdu, bedeni yorgun düşmüş adam. İkisi de yorgundu, ikisi de yıpranmıştı, gerçekler ve sırlar onları bu raddeye getirmişti. Yaşına gönderme yapan kırışık ellerinden birini ceketinin içine daldırdı. Henüz ihtiyar denecek kıvama gelmemişti fakat karşısında duran çakı gibi delikanlıyı gördükçe kendini yaşlı hissediyordu. Oysaki ellisine merdiven dayamamıştı, dinç olmalıydı hala daha, dik durmalıydı ayakta.

Ceketinden çıkardığı talihsiz kağıdı kavradı parmakları. En az bedenindeki diğer parçalar kadar yorgun düşen elleri, beyaz kağıdı masanın üzerine bıraktı.

"Bunu ona vermeni istiyorum."

Saldığı bedenini koltukta doğrultarak öne uzandı genç adam. Kaşlarını çatmasından anlaşılıyordu, kafasının karışmış olduğu. Kağıdı eline aldıktan sonra tam açmaya yeltendi ki mektubun sahibi onu durdurdu.

"Orada senin bilmediğin hiçbir şey yok. Yalnızca ona iletmen yeterli."

"Benim bunu ona vermeme gerek bile kalmayacak çünkü bu işin burada bitmeyeceğini biliyorsun." Genç adam öfkelendiğini hissetti, pes etmekten nefret ederdi. O, daima bir savaşçı olmayı seçerdi.

"Her halükarda bana bir söz vermeni istiyorum. Hiçbir şey için garantimiz yok." Sesi de kendi gibi güçsüz çıkıyordu. Evde çizdiği güçlü profile aykırı duracak biçimde bitkin görünüyordu. Burada saklaması gereken bir şey yoktu. Karşısında oturan genç, konuya hakimdi, ondan çekinecek hali yoktu.

"Bunu yapmayı hiç istemesem de yapacağım." dedi okyanus mavisi gözlerini yummadan evvel.

"O sandığın gibi biri değil, korktuğunun aksine bir canavar da değil. Melek gibi bir kız, sen de göreceksin...onu tanıdığında." diye savunmaya geçti kır saçlı adam.

"Ne korkması? Asıl senin korkman gerekiyor, onu inciteceğimi bile bile bunu yapıyorsun. Hiç istemiyorum ama bu bir şeyi değiştirmez, ne istiyorsan yapacağım."

Aralarına sınır çizgisi gibi konulan sehpayı önemsemeden ona doğru uzandı, nasırlı ellerini, gencin diz kapaklarına koydu, ovalayıp sevgisini sundu. Minnet doluydu, ona güvenmesini sağlayabildiği için bu delikanlıya minnettardı. Onu hiçbir zaman mahcup etmediği için sonuna kadar müteşekkirdi.

"Benim yokluğumu ona hissettirmeyeceksin. Onu sana emanet ediyorum." Durakladı. "Onu asla yalnız bırakmayacağına söz verir misin?"

Titrek bir nefesi içine çekti genç adam, kelimeleri beyin süzgecinden geçirdi. Söz vermek onun namına basit bir şey değildi, laf ağızdan çıktığı andan itibaren; bunun geri dönüşü olmayacağını biliyordu. Kimseyi yarı yolda bırakmak gibi huyları yoktu, sorumluluklarını bilirdi. Ayrıca ondan istenilen şey, bu yaşına kadar ona sunulan şeylerin yanında sıfır kalırdı. Bu onun için bir teklif değil bir görevdi.

Ağır ağır başını salladı, gerçeklere teslim olurken.

"Söz veriyorum..."

***

Merhabalar! Birkaç küçük açıklama yapıp, hemen buradan toz oluyorum. Görüldüğü üzre; bu benim yeni hikayem ama ben bu hikayeyi geçen yaz yazmıştım. Yani kendi kendime yazıp, bir köşede biriktirdim, üç ay boyunca bunu yazdım. Ben ortaya hoş bir şey çıktığını düşünüyorum, dilerim sizler de öyle düşünürsünüz. Eğer beğenilirse, birkaç gün sonra, iki bölüm üst üste paylaşacağım. Görüşlerinizi benimle paylaşmanızı istiyorum, size göre hareket edeceğim. Beklediğim ilgiyi görmezse buradan silip, kendi kendime yazmaya da devam edebilirim.

Sanırım bu kadar.

Herkese teşekkürler, umarım gelecek bölümlerde görüşürüz. :)

FARAHHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin