FIRST KİSS

6.8K 55 0
                                    

   Persey, Ann'den bir cevap yerine uzun bir sarılma ve hoş bir tebessüm alabilmişti. Yine de daha huzurluydu. En azından soğuk savaş sona erdi diye seviniyordu. Aylar sonra huzurlu bir uyku uyuyacak olmanın mutluluğuyla yatağına girdi. Mehtabın ışıltısı geceyi aydınlatıyordu. Ilık bir meltem odanın içinde geziniyordu. Kusursuz  diye geçirdi aklından ve gözlerini uykunun yumuşak kollarına uzanmak üzere kapattı.

..

''Tık! Tık! Tık! Persey, uyanık mısın?''

''Mmm...İçeri gel.''

İnce, kıvrımlı bedenini kapının arkasına saklayarak başını içeri uzattı Annabell. Mahcup bir sesle:

''Şey...Gecenin bu saatinde uykunu böldüğüm için bağışla ama uyuyamıyorum.Yanında kalabilir miyim?''

''Tabi. Hadi gel buraya.''

Hızlı adımlarla Perseus'un yanına yaklaştı ve sıcacık yatağına yavaşça oturdu. Yüzünü Ann'e dönüp iyi misin? diye sordu Perseus merakla. Ann, sakince kafasını salladı ve başını onun göğsüne yasladı.Kalp atışlarını duyuyordu; çok hızlıydı. Küçük bir gülümsemeyle yüzünü Perseus'a çevirdi. Perseus, ne olduğunu anlamaya çalışırken Ann, uzun uzun Perseus'un yüzüne bakıyordu. Perseus,kaşlarını çatmış, sorun ne diyecekken Ann'in sıcak ve yumuşak dudakları onu susturdu.


....


   Sabahın ilk ışıkları odayı aydınlatırken, kuşların şen kahkahaları Ann'in tebessüm etmesine neden oluyordu. Yatağında doğruldu ve güneşin teninde parıldamasına izin verdi. Hızla yatağından kalkıp Perseus'un odasının kapısına doğru yürüdü. 

''Tık! Tık! Tık! Persey!''

''...''

İçeriye girip hızla pencereye yöneldi ve açtı.

''Uyan seni uykucu! Bu yüzündeki tebessüm de neyin nesi..!'' Perseus'la dalga geçmek onu güldürüyordu. Ne görüyor bu şapşal rüyasında diye düşündü. Komik bir gülümseme tüm yüzüne yayılmıştı.

'' Ann!''

''Günaydın şapşal! Uyan!''

''Ama sen..''

''Rüyanı böldüğüm için üzgünüm ama keşif zamanı, ayaklan''

''...''

''Kafan karışık gibi. Aramıza hoş geldin. Lütfen kalkıp bir an önce hazırlanır mısın?''

Odadan çıkan Ann'in arkasından bakakalan Perseus son derece afallamıştı. Ne gerçekçi bir rüyaydı diye geçirdi aklından. Oflayarak yatağından kalktı ve hazırlanmaya başladı.


...


SAAT 17.05 : GÜNBATIMI

   Güneşin çekilmeye başladığı saatler gelmişti. Gökyüzüne kızıllık katan bu saatler ormanın, herkes evlerine deme şekliydi.  Havaya zarif bir esinti hakimdi. Kuş cıvıltıları devam ederken, sincapların ceviz toplamak için dallarda geziniyor oluşu, Ann'i çok neşelendiriyordu. Sincapları oturduğu dalın üzerinde seyreden Ann, erzaklarının azaldığını hatırladı. Güneş batıyordu ve şimdi çıkmazlarsa en iyi ihtimalle elleri boş dönerlerdi. Kötü ihtimalse, onlar ormana yem olabilirlerdi.

''Persey! Avlanmalıyız.''

Tüm av malzemelerini hızlıca toparladılar ve yola koyuldular. Heyecanlılardı, kalplerinin atışlarını neredeyse duyacaklardı. Ormanın derinliklerine doğru olan ilk sakin gezileriydi. Planları basit ve hızlıydı. Persey tuzakları kuracak,Ann hayvanı öldürüp kendi payını alacak ve parçalara bölecek,Perseus da çantalara dolduracaktı. 

Ormanda geniş bir ekosistem vardı.Kuş sesleri ürkütücü ve sıktı. Ağaçların dalları yerlere kadar uzanmış, yoğun bir sis hakimdi ormanın karanlığına. Persey önde Ann arkada ilerliyorlardı. Elindeki palayla otları doğramakla meşgul olan Persey ormandaki besin zincirinin etçil,otçul ve çürükçül üçlüsünden ibaret olmadığını biliyordu ve vurduğu her dala ayrı bir dikkatle bakıyordu. Her an arkasından bir yırtıcının çıkabileceğini de hesaba katarak hareket etmesi Ann'i biraz da olsa rahatlatıyordu. Ann , arkada yürüyüp geçtikleri yolu ezberlerken ve herhangi bir tehlikeye karşı ne yapabilecekleri hakkında sayısız strateji geliştirirken gözleri sürekli Perseus'taydı. Ormanın her santimetresi kül rengi bir sisle kaplıydı ve birbirlerini dahi görmekte güçlük çekiyorlardı. Yürümek oldukça zorlu bir işe dönüşmeye başlamıştı ve onları olası bir tehlikeye karşı savunmasız bırakmıştı. Persey'in kollarının yorulduğunu fark eden Ann, adımlarını hızlandırdı ve  Perseus'un omzuna dokundu. İrkildi ve durdu.Biraz duralım ,dedi Ann merhametli bir sesle. Cümlesini bitiremeden Perseus kendini yere atıp, tanrıya şükür bi' mola, dedi yarı yakarış yarı neşeyle.Gülüştüler. Orman sessiz ve derin bir uykudaymış gibiydi. Neredeyse her şey mükemmeldi. Ann, gülümseyerek Perseus'un yanına oturdu.  Perseus, kolunu Ann'in zarif beline doladı. Parmaklarıyla tenini okşuyordu. Sessizce yüzüne bakıyordu. Derin bir sessizlik hakimdi ormanın uçsuz bucaksız yeşiline ve gün batımının renkleriyle sönükleşen renkler ormanı, uyuyan bir felakete çeviriyordu. Fırtına öncesi sessizlikti. Aklında Ann'in gülüşleri ve pürüzsüz teni canlanan Perseus'un gözleri Ann'in pürüzsüz kırmızı dudaklarına kaydı ve yavaşça yaklaştı. Nefesleri birbirlerinin yüzlerine çarpıyordu. Heyecanlı olmalarına rağmen sakinliklerini koruyorlardı. Dudaklarını araladılar, sadece bu anın gerçekleşmesini istiyorlardı.  Arkalarından gelen çığlık sesiyle irkilerek ayağa kalktılar ve etrafa bakındılar. Sesin geldiği tarafa dönen Ann:

''Persey, koş!'' diyebildi sesinin duyulmasını umarak. Anlamayarak Ann'e dönen Perseus, Ann'in, '' Koş! Lanet olsun, koş'' diye bağırması üzerine çantaları bıraktığı yerden alarak koşmaya başladı.  Birbirlerini kontrol ederek hızla uzaklaşan ikiliyi takip eden devasa sümük yığını çığlıklar atarak yaklaşıyordu. Dev bir salyangoz gibiydi.

      Tedirginlikle koşmaya devam eden Ann, otların arasında bir düzlük gördü. Perseus'a seslenerek onu takip etmesini söyledi. Ben bunun... nereden çıktı bu?!  diye aklından geçirirken bir çözüm arıyordu. Düzlükte daha fazla şansları olacaktı. İkisine birden saldırması güçleşirdi ve bu da ikisinden birine saldırmak için zaman kazandırırdı. Peki bu yaratığın zayıf noktası neydi? Bedeni kas ya da kemikten oluşmuyordu. Neredeyse saydam sayılabilecek, çürümüş bir sülüktü bu. Sonunda düzlüğe vardıklarında Ann arkasını döndü ve yaratığa baktı. Küçücük, sadece küçücük bir zayıf nokta istiyordu. Bir anda bir şeyden korkmuşçasına heybetli bir şekilde devasa bedenini durmaya zorladı. Aralarında sadece üç metre kalmıştı ve neden saldırmadığını devam ediyorlardı. Nefretle onlara doğru bağırdı. Aralarında camdan bir duvar örülmüş ve o öbür tarafa geçemiyormuş gibi sağa sola hareket ederek bir yol arıyordu. Hırıltılı bir nefes verdikten sonra arkasını döndü ve ağır ağır uzaklaşmaya başladı.  Afallamışlardı. Kesik kesik nefeslerle sakinleşmeye ve ne olduğunu algılamaya çalışıyorlardı. Ormanda farklı canlıların olduğunu biliyorlardı. Bazen keşfe çıktıklarında parçalanmış hayvan cesetleriyle karşılaşıyorlardı ancak neyin ya da kimin yaptığını bilmiyorlardı.

''O neydi öyle? Tanrım iğrençti!''

''Sanırım bir tür sülük. Merak ettiğim şey... o kadar koştuktan sonra niye bir anda geri döndü ki?''

''Bir şeyden korkmuş gibiydi. Gözlerini görmedin mi?''

'' Hangisini? Tanrım neredeyse yüz gözü vardı. Böyle bir canlıyla hiç karşılaşmadık. Ann, orman gittikçe daha da tuhaf bir hal alıyor. Bölgemizden ayrılmamalıydık. Düşünsene burada çok uzun zamandır yaşıyoruz ancak kulübeye yaklaşan hiçbir yırtıcı olmadı. ''

''Ne demek istiyorsun? Buradan başka gidecek yerimiz yok.''

''Bilmiyorum Ann... Kafam oldukça karışık.''

''Biraz sakinleşir misin? Geri döndü işte. Gitti. Derdin ne senin?!''

'' Neden geri dönsün ki? Bizi öldürebilirdi anlasana!''

''Ama yapmadı. Belki buradakilerin de sınırları vardır. Kim bilebilir... umarım onu bir daha görmeyiz.''

'' ...''

....


Ormandaki KızıllıkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin