12

497 36 31
                                    

MFÖ - Hep Yaşın 19

***

Bir kristalin içinde kırılarak odanın içine yayılmış ışık demetleri gibi görünen akşam güneşinin turuncu hareleri açık pencerelerden içeriye doluyordu

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Bir kristalin içinde kırılarak odanın içine yayılmış ışık demetleri gibi görünen akşam güneşinin turuncu hareleri açık pencerelerden içeriye doluyordu. Hafifçe esen rüzgar açık omuzlarımı öpüp geçerken önümde duran koca aletin hakkından gelmeye çalışıyordum. Sarayın sessizliğini birkaç garip ses ve her hata yapışımda gülen Jongdae'nin sesi bölüyordu.

''Parmaklarını doğru zamanda açmıyorsun.'' Çenesini omzuma dayamış bir şekilde arkamda durması yetmiyormuş gibi birde hayatımda ilk defa çalmaya çalıştığım bir aletten harika sesler çıkarmamı bekliyordu. ''Akımın parmaklarının arasından geçtiğini hisset.'' Bir kez daha denediğimde tıpkı öncekiler gibi kulak tırmalayıcı bir ses çıktığında oflayarak ellerimi geri çektim.

''Daha fazla uğraşamam, olmuyor işte!'' Sabahtan beri tek yaptığı şey beni sinirlendirecek şeyler üretip tepkilerime gülmek olan Jongdae beni biraz daha kendine çekti ve kollarını etrafıma sarıp ellerimi yakaladı. ''Tanıdığım en sabırsız insan olduğundan olmuyor Minseok.'' Ellerimi avuçlarının içine alıp havaya kaldırdı. Kendimi onun yanında porselen bir bebekmişim gibi hissediyordum.

''Parmaklarını çok açtığında kalın sesler çıkıyor,'' Parmaklarımın altındaki parmaklarını hareket ettirdiğinde benimkilerde onlarla birlikte hareket etti. ''Tamamen kapattığında akımı kesiyorsun.'' Ellerinin üstü bir anda kırışmaya başlamış gibi hissettiğimde kafamın karıştığını düşünüp üstlerini kapattım. Ellerimin pürüzsüz derisi ölümsüz kanımın verdiği bir kırmızılıkla parıldarken Jongdae'nin elleri eskisi gibi değildi sanki.

''Ne oldu?'' Ellerimi kaldırıp tekrar baktığımda her zaman tanıdığım elleri tekrar orada görmek rahat bir nefes almamı sağlamıştı. ''Hiç.'' Başımı sallayıp ellerini bıraktım ve tekrar önümdeki büyük eponaya döndüm. Ne olduğunu anlamaya çalışan bakışlarımı üzerinde hissediyordum.

Epona; büyük, tıpkı arpa benzeyen bir müzik aletiydi. Ama tek sorun, bunun telleri yoktu! Hatta üzerindeki altından melek figürleri hariç hiçbir şeyi yoktu. Alt kısmındaki deliklerden çıkan hava akımı düz bir çizgi halinde yükseliyor ve ellerinin hareketiyle farklı notaları çıkarıyordu. Tuşları görünmeyen bir piyanoya benziyordu. Sıkıntı şuydu ki ben akımı her defasında kapatamıyor, iğrenç sesler çıkmasına neden oluyordum.

''Bari bu sefer yardım et!'' Dirseğimle karnına vurduğumda sanki canı çok yanmış gibi sesler çıkardı. ''Gayet güzel çalıyorsun bence.'' Dalga geçen tavırlarıyla çıplak omuzunu öptüğünde kendimi geri çekip kollarını savuşturdum. Yatağın ucuna oturup eponanın karşısına geçtikten sonra avuçlarımı ters çevirip akımı bulmak için tekrar gezdirmeye başladım. Bu lanet şeyi çalabilmek umurumda değildi ama arkamda sinir bozucu bir şekilde gülmeye devam eden şahsiyet yüzünden en azından güzel bir ses çıkarmalıydım.

ineffable Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin